Perşembe, Ekim 9, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Önyargıların Gölgesinde: Şizofreni ve Toplumsal Algı

İnsanlar toplulukları, topluluklar ise toplumları oluşturur. Bu düzen içerisinde bazen azınlığın çoğunluğu etkilediği, bazen de çoğunluğun azınlığı dışladığı durumlarla karşılaşırız. Kolektif etkileşimler, toplumun inançlarını ve değerlerini biçimlendirirken, önyargıların oluşmasına da zemin hazırlar. Şizofreni hastalarına yönelik bakış açısı, bu kolektif süreçlerin en çarpıcı örneklerinden biridir.

Şizofreni denildiğinde insanların zihninde çoğunlukla “deli, dengesiz, saldırgan, tehlikeli” gibi sözcükler canlanmaktadır. Oysa bu kelimeler, hastalığın gerçek doğasından çok, toplumun ürettiği korkuların ve kalıp yargıların bir yansımasıdır. Sosyal psikolojide “stigma” (damgalama) kavramıyla açıklanan bu durum, bireylerin yetersiz, kusurlu ve değersiz olarak görülmesine neden olur. Damgalama, yalnızca hastaların değil, ailelerinin de yaşamını olumsuz etkileyen ciddi bir toplumsal sorundur. Toplumsal algı, şizofreni tanısı almış bireylerin tehlikeli olduklarına dair yanlış inançlarla şekillenmekte, bu da onların benlik saygısının düşmesine, yetersiz hissetmelerine ve giderek toplumdan izole olmalarına yol açmaktadır.

Oysa şizofreni, saldırganlıkla değil; bireyin işlevselliğinde bozulmaya yol açan, sosyal yaşamını ve yaşam kalitesini derinden etkileyen bir ruhsal bozukluktur. Genellikle genç yaşlarda başlayan ve dönemsel ataklarla seyreden kronik bir rahatsızlıktır. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünyada yaklaşık 30 milyon kişi şizofreni tanısı almıştır. Türkiye’de ise bu sayının 700 binin üzerinde olduğu belirtilmektedir. Araştırmalar, yakın akrabasında şizofreni bulunan bireylerin bu hastalığa yakalanma olasılığının 10 kat arttığını göstermektedir. Ayrıca hiç evlenmemiş olmanın, boşanmış ya da ayrı yaşamanın riski artırdığı; kadınların şizofreniye yakalanma olasılığının erkeklerden daha fazla olduğu bulunmuştur. Erkeklerde hastalık genellikle 15–25 yaş aralığında başlarken, kadınlarda 25–35 yaş arasında ortaya çıkmaktadır.

Şizofreni belirtileri, literatürde “pozitif” ve “negatif” semptomlar olarak sınıflandırılmaktadır. Pozitif belirtiler; halüsinasyonlar, sanrılar, düşünce örgütlenmesinde dağınıklık ve gerçeklikle bağın zayıflaması gibi durumları içerir. Negatif belirtiler ise içe kapanma, donukluk, konuşmada azalma ve sosyal ilişkilerden çekilme şeklinde görülür. Bu belirtiler bireylerin kişisel bakımını zorlaştırmakta ve sosyal ilişkilerini olumsuz etkilemektedir. Hastalık çoğu zaman sinsi başlangıç gösterir; uykusuzluk, depresyon, anksiyete ve kişisel bakımı ihmal etme gibi erken işaretler fark edilmeyebilir. Ayrıca şizofreni hastalarının yarısından fazlası, düşük içgörü nedeniyle hastalıklarını reddetmektedir. Bu durum, tedaviye uyumu güçleştirmekte ve süreci olumsuz etkilemektedir.

Şizofreni sıklıkla başka ruhsal bozukluklarla birlikte görülür. Madde bağımlılığı, depresyon, anksiyete, obsesif kompulsif bozukluk ve kişilik bozuklukları en sık eş tanılardır. Tedavide en önemli araçlardan biri ilaç tedavisidir. Antipsikotik ilaçlar dopamin, serotonin ve asetilkolin gibi nörotransmitterlerin düzenlenmesiyle etki gösterir. Bununla birlikte psikososyal müdahaleler de büyük önem taşır. Aile terapisi, hastalığın gidişatını olumlu yönde etkilerken, bilişsel terapi hastaların işlevsel kapasitelerini artırmayı ve gerçekçi bakış açıları geliştirmeyi amaçlamaktadır.

Tüm bu bilimsel gerçeklere rağmen, toplumsal algı içinde şizofreni hâlâ tehlike ve kontrolsüzlükle özdeşleştirilmektedir. Medyada hastaların şiddet olaylarıyla ilişkilendirilmesi, önyargıları besleyen önemli bir faktördür. Oysa araştırmalar, şizofreni hastalarının şiddet eğilimlerinin toplum ortalamasından daha yüksek olmadığını, aksine çoğunlukla şiddetin mağduru olduklarını göstermektedir. Bu yanlış algı, bireylerin iş bulma süreçlerinden sosyal ilişkilerine kadar hayatın her alanında ayrımcılığa uğramalarına neden olur.

Toplumsal algının dönüşebilmesi için medya, eğitim kurumları ve sağlık çalışanlarının ortak çabası gerekmektedir. Medyada şizofreni genellikle suç, şiddet ve tehlike unsurlarıyla ilişkilendirilerek sunulmakta, bu da damgalamayı daha da derinleştirmektedir. Oysa doğru bilgi aktarımıyla toplum, şizofreni tanısı almış kişilerin de üretken, başarılı ve sağlıklı sosyal ilişkiler kurabilen bireyler olabileceğini görebilir. Eğitim sisteminde ruh sağlığı okuryazarlığına yer verilmesi, gençlerin erken yaşta bilinçlenmesini sağlayarak önyargıların önüne geçebilir. Ayrıca hasta yakınlarına yönelik destek gruplarının yaygınlaştırılması, hem bakım verenlerin yükünü azaltacak hem de hastaların sosyal uyumunu artıracaktır.

Sonuç olarak, şizofreni yalnızca bireysel değil toplumsal bir meseledir. Sosyal psikoloji perspektifinden bakıldığında, önyargılar ve damgalama, hastalığın kendisinden bile yıkıcı olabilmektedir. Doğru bilgilendirme, medya sorumluluğu ve farkındalık çalışmaları, toplumsal algının dönüşmesi için kritik önemdedir. Toplum, şizofreniyi bir tehdit değil, anlaşılması gereken bir insan deneyimi olarak gördüğünde, hem bireyler hem de toplumsal yapı iyileşme sürecine girecektir.

Kaynakça

Corrigan, P. W., & Watson, A. C. (2002). The paradox of self-stigma and mental illness. Clinical Psychology: Science and Practice, 9(1), 35–53. https://doi.org/10.1093/clipsy.9.1.35
Link, B. G., & Phelan, J. C. (2001). Conceptualizing stigma. Annual Review of Sociology, 27(1), 363–385. https://doi.org/10.1146/annurev.soc.27.1.363
Özmen, E., & Taşkın, E. O. (2008). Şizofreni ve damgalanma: Türkiye’de yapılmış çalışmaların gözden geçirilmesi. Türk Psikiyatri Dergisi, 19(3), 255–264. https://www.turkpsikiyatri.com
Yıldız, M. (2015). Şizofreni hastalarına yönelik toplumsal tutumlar: Damgalama ve sosyal dışlanma. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 16(4), 290–298. https://doi.org/10.5455/apd.176351

Ayşegül Nacar
Ayşegül Nacar
Ayşegül Nacar, Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde lisans eğitimine devam eden bir son sınıf öğrencisidir. Akademik ilgisi, kuramsal psikoloji ile uygulamalı alanlar arasındaki köprüyü kurmaya yöneliktir.Bernini Psikoloji Kurumu’nda üniversite temsilcisi olarak görev almakta ve mesleki gelişimini seminerler, eğitimler ve bilimsel etkinliklerle desteklemektedir. Çalışmalarında psikolojinin bireysel ve toplumsal boyutlarını bir araya getirerek, hem akademik dünyaya hem de sahaya katkı sağlamayı hedeflemektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar