Pazar, Mayıs 18, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Mutluluk Baskısı: Hep İyi Hissetmek Zorunda mıyız?

Günümüz dünyasında mutluluk baskısı adeta bir zorunluluk haline geldi. “Mutlu olmalısın,” “Her durumda pozitif kal,” “Olumsuzluklara yer verme” gibi cümleler, artık sadece kişisel gelişim kitaplarının sayfalarında değil; sosyal medyada, reklam panolarında, hatta sohbetlerimizin tam ortasında yer alıyor. Peki, bu sürekli mutluluk beklentisi ne kadar gerçekçi? Ya da bizi gerçekten mutlu ediyor mu?

Parlatılmış Hayatlar: Sosyal Medyanın Yanıltıcı Mutluluk Vitrini

Sosyal medya, hayatlarımızı renklendirmek ve bağ kurmak için güçlü bir araç. Ancak bir o kadar da tehlikeli bir tuzak olabiliyor. Çoğumuz, sosyal medyada en parlak, en pozitif anlarımızı paylaşıyoruz. Kahvaltı tabaklarımız bile özenle filtreleniyor. Bu sayede, herkesin hayatı kusursuz, mutlu ve sürekli neşe doluymuş gibi görünüyor.

Oysa gerçek hayat böyle değil. Hepimizin iniş çıkışları, zorlandığı anlar, kaygıları ve hatta bazen umutsuzlukları var. Ancak bu doğal duygular, sosyal medyanın parıltısında çoğu zaman kayboluyor ya da görmezden geliniyor. Sonuç olarak, kendi karmaşık duygularımızı “normal” olarak görmeyip, yetersizlik ve yalnızlık hissine kapılıyoruz.

Toksik Pozitiflik: İyi Niyetli Bir Tehlike

Pozitif düşünce, elbette ki psikolojik dayanıklılık ve iyileşme sürecinin önemli bir parçası. Fakat her zaman “iyi” olmak zorunda olduğumuz mesajı, bazen toksik pozitiflik anlayışına dönüşüyor. Toksik pozitiflik, yaşadığımız zor duyguları geçersiz kılmak, bastırmak ve “mutlu görünmek” adına gerçek hislerimizi saklamaktır.

Bu durum, psikolojik sağlığımıza ciddi zararlar verebilir. Çünkü duygular, yok sayıldığında ya da bastırıldığında kaybolmaz; zamanla büyür, karmaşıklaşır ve çoğunlukla daha derin psikolojik sorunlara yol açar.

Duygularımızı Bastırmak Ne Kadar Sağlıklı?

İnsanın temel duyguları, hayatta kalmamızı ve çevremize uyum sağlamamızı sağlayan evrimsel bir mekanizmadır. Korku, öfke, üzüntü, sevinç gibi duygular, aslında iç dünyamızın bize gönderdiği sinyallerdir. Bu sinyalleri yok saymak ya da sürekli iyi hissetmeye zorlamak, uzun vadede psikolojik tükenmişlik, anksiyete ve depresyon riskini artırır.

Bir danışanımın ifadesiyle: “Bazen neden bu kadar kötü hissettiğimi anlayamıyorum ama dışarıya hep güçlü ve mutlu görünmek zorundayım.” İşte burada, ruh sağlığımızın gerçek sınavı başlar: İçimizde yaşadığımız gerçek duygularla yüzleşmek yerine, onlardan kaçmak.

Psikolojik Dayanıklılık: Duygularla Sağlıklı İlişki Kurabilmek

Günümüzde psikolojik dayanıklılık, sadece pozitif kalmak demek değildir. Bilim, dayanıklılığın aslında tüm duyguları kabul etmek ve onlarla sağlıklı bir ilişki kurmak olduğunu söylüyor. Stanford Üniversitesi’nden Gross’un (2002) çalışması, duygularını bastıran bireylerin daha yüksek stres ve zayıf sosyal bağlar yaşadığını gösterirken; duygularını kabul edenlerin daha iyi psikolojik denge kurduğunu ortaya koymuştur.

Kendimize İzin Vermek: İyi Hissetmek Kadar Kötü Hissetmek de Normal

Belki de yapılması gereken en önemli şey, kendimize kötü hissetme izni vermektir. Çünkü “iyi” olmak zorunda değiliz. Kötü hissetmek, yorgunluk, kaygı ya da hüzün yaşamak da insan olmanın doğal parçalarıdır. Bu duyguları bastırmak yerine anlamaya çalışmak, içsel huzurun ilk adımıdır.

Çocuklara “Ağlama” demek yerine “Neden böyle hissediyorsun?” diye sormak, yetişkinlere “Takma kafana” demek yerine “Neler yaşadığını konuşalım” demek; aslında psikolojik sağlığın temelini oluşturur.

Toplum Olarak Duygularımıza Daha Çok Alan Açmalıyız

Bireyler olarak değil, toplum olarak da bu gerçekliği kabul etmek zorundayız. Duygulara alan açan, onları yok saymayan yaklaşımlar geliştirmek, daha sağlıklı bir toplumun temelidir. Okullarda, iş yerlerinde, hatta aile ortamlarında duygusal farkındalık ve empatiyi desteklemek; psikolojik dayanıklılığımızı güçlendirecektir.

İnsanın Tamlığı, Duygularının Tamlığıdır

Mutluluk, tek başına bir hedef olmamalı. Çünkü tam bir insan olmak, tüm duygularıyla var olmaktır. İyi hissetmek kadar kötü hissetmek de yaşamanın bir parçasıdır. Modern çağın mutluluk baskısına karşı durmak, ruh sağlığımızı ve gerçek benliğimizi korumak için attığımız en değerli adımdır.

Unutmayalım ki, hayatın renkleri sadece parlak değil; aynı zamanda karanlık ve gölgelidir. Ve biz, bu zengin duygu paletinin tümünü kucaklayabildiğimizde, gerçek anlamda özgür ve tam oluruz.

Kaynakça

Gross, J. J. (2002). Emotion regulation: Affective, cognitive, and social consequences. Psychophysiology, 39(3), 281–291. https://doi.org/10.1017/S0048577201393198  

Linehan, M. M. (2015). DBT skills training manual (2nd ed.). Guilford Publications.  

Neff, K. D. (2011). Self-compassion: Stop beating yourself up and leave insecurity behind. William Morrow.  

Quintero, N., & Long, K. (2019). The cost of toxic positivity. Journal of Mental Health Counseling, 41(2), 115–126. https://doi.org/10.17744/mehc.41.2.03

Sude Öncel
Sude Öncel
Psikolog Sude Öncel, psikoloji lisans eğitimini tamamladıktan sonra hastaneler, psikolojik danışmanlık merkezleri, anaokulları ve özel eğitim kurumlarında edindiği deneyimlerle klinik alandaki uzmanlığını geliştirmiştir. Psikodinamik psikoterapi ekolünü temel almakla birlikte, bireyin çok boyutlu doğasını gözeterek eklektik bir yaklaşım benimsemektedir. Çocuklarla oyun terapisi, ergen ve yetişkinlerle psikodinamik terapi süreçleri yürütmekte; bilişsel, duygusal ve gelişimsel dinamikleri çok yönlü bir çerçevede ele almaktadır. Klinik çalışmalarının yanı sıra, psikoloji alanındaki güncel gelişmeleri ve mesleki deneyimlerini yazıları aracılığıyla paylaşarak, psikolojik farkındalığın artmasına katkı sağlamaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar