Günümüz modern ilişkilerinde, emek karşılıklı olarak eşit bir şekilde dağılmayan bir sorumluluktur. Heteroseksüel ilişkilerde kadın çoğu zaman farkında olmadan partnerinin duygusal kılavuzu, destekçisi ve planlayıcısı olur. Onun duygularını anlar, motive eder, sakinleştirir ve mental olarak toparlanmasına yardımcı olur.
Bu durum görünüşte ilişkiler arasında normal karşılanan sevgi ve fedakârlık gibi görünse de daha detaya indiğimizde ciddi bir dengesizlik ve sorun teşkil eder. Tam da bu noktada man keeping kavramı ortaya çıkar. Man keeping, ilişkide kadının partneriyle olan duygusal bağını canlı tutmak, partnerinin ruh halini sürekli kontrol edip dengede tutmak ve ilişkiyi sürdürmek için verdiği tek taraflı çabayı ifade eder.
Yalnız bu çaba bir süre sonra karşılıklı olmak yerine tek taraflı olduğunda “ilişkiyi sürdürme” adı altında gösterilen eylem “ilişkiyi kurtarma” vazifesine dönüşür. Böylelikle ilişkide kadın, bir eş veya sevgili olmak yerine artık dadı rolünü üstlenir. Bu da beraberinde bireyin yıpranmasına ve ilişkinin sekteye uğramasına neden olur.
Toplumsal Normların Duygusal Sessizliği
Erkeklerde çocukluktan itibaren kendisini ifade etmesi için verilen duygusal alan çokça sınırlandırılmıştır. Toplum “Erkekler ağlamaz, güçlü ol, duygularını belli etme” gibi kalıplar kullanarak erkeklerin duygusal manada kendini ifade etmesinde iletişimini kısıtlar. Böylece erkekler büyüdüğünde iç dünyasında kendini keşfetme ve düzenleme becerilerini geliştiremeden yetişkinliğe geçer. Öfkesini, kızgınlığını ve kırgınlığını tanır ama ifade edemez. Sevgisini, korkusunu ve şüphelerini karşı tarafa aktaramaz.
Heteroseksüel bir ilişkideyken bastırılmış ve çoğu zaman gizlenmiş duygularla karşılaşan kadın, partnerinin duygusal kılavuzu haline gelir. Partnerinin öfkesini yatıştırır, kırgınlıklarını ve yaralarını onarır, iletişimde her zaman ilk adımı atarak sürdürmeye çalışır. İlişkide gözlemlenen bu tek taraflı çaba zamanla kadına meşakkatli bir görev yükler: Partnerine dadılık yapmak. Bu görev zamanla alışkanlığa dönüştüğünde kadın; duygusal gereksinimlerini göz ardı eder ve arka planda kalır.
Kadına Biçilen Duygusal Kimlik
Toplumsal olarak kadına “sürekli destek veren, her konuda empati kurarak yaklaşan, duygusal dengeyi tek taraflı olarak sağlayan, şefkatli, merhametli ve fedakâr” gibi kalıplarla sorumluluklar yüklenir. Bunlar aslında bir ilişkide partnerlerin sahip olması gereken insani değerlerdir. Yalnız bu tür davranışlar sadece kadından beklenildiğinde; ilişkide sürekli olarak duygusal ihtiyaçları karşılayan bir birey olmasına yol açar. Kadın, bir yandan partnerinin iç dünyasını anlamaya çalışıp destekçisi olurken kendisini ihmal eder. Bu nedenle ilerleyen zamanlarda kadında duygusal çöküş, bıkkınlık ve tükenmişlik gibi olumsuzluklar gözlemlenir.
Duygusal Emeğin Gizli Maliyeti
Sağlıklı bir ilişkide duygusal sorumluluk, her iki tarafın da eşit bir biçimde paylaşması gereken dengeyi ifade eder. Partnerler tarafından sağlanamayan bu denge çoğu zaman kadının üzerine kalır. Kadın; duygusal dengeyi sağlamak, sorunları hafifletip çözüm üretmek ve partnerinin duygularını yönetmekle sorumlu tutulur. Sevgi ve fedakârlık adına gösterilen bu çaba, zamanla karşılıksız bir hâl almaya başlar. Böylelikle duygusal olarak tükenen kadın, partneri tarafından fark edilmeyebilir. Çünkü düzenin hep böyle sağlandığını gören erkek bir değişiklik olduğunu anlayamaz.
Neler Yapılabilir?
Duygusal Farkındalık ve Okuryazarlık Eğitimi
Erkeklerin kendini keşfetme ve duygularını daha iyi tanıması adına küçük yaşta eğitim verilmelidir. Duygu ve düşüncelerini özgürce ifade edebilme becerisine sahip olup farkındalık kazandırılmalıdır. “Erkekler ağlamaz, güçlü olur, erkek adam böyle davranmaz” tarzında söylemler terk edilerek bunların yerine, duyguların insani bir ifade biçimi olduğu öğretilmelidir.
Eşit Sorumluluk Dağılımı
Bildiğimiz üzere sağlıklı bir ilişkinin olmazsa olmazı eşit sorumluluk paylaşımına dayanır. Partnerlerden sadece birinin çaba göstermesi, iletişimin sürdürülmesi ya da duygusal yükü taşıması bir zaman sonra dengesizlik yaratır. Her iki tarafın da var olan ve olabilecek tüm sorumlulukları adil bir biçimde paylaşarak yapmalıdır. Böylelikle birbirlerine olan güvenleri artar ve bağları güçlenir. Bu sorumluluk sadece görev paylaşımından ibaret değil; bireylerin birbirini anlamaya, her anlamda desteklemeye ve beraber gelişmeye duyulan karşılıklı bir istektir.
Cinsiyet Rolleri Bir Kenara Bırakılmalı
Hepimizin de hayatında bir kere de olsa duyduğu “yuvayı dişi kuş kurar” veya “evin reisi erkektir” tarzında kalıplarla kadınlara ve erkeklere yüklenen yıllardır süregelen bir görev dağılımı söz konusudur. Kadın ya da erkeğe belirli görevler, sorumluluklar veya davranış kalıpları yüklemek ilişkiyi ciddi manada olumsuz etkiler. Bunun yerine ihtiyaçlar ve yetenekler doğrultusunda bireyler arasında görev paylaşımı yapmak iletişimi güçlendirir ve karşılıklı anlayışı sağlar.
Duygusal Emek Toplumsal Olarak Paylaşılmalı
Toplumumuzda duygusal emek sadece kadınlara ait bir alan olarak görülmemelidir. Bu algı, medyada ve toplumsal söylemlerde yeniden şekillenmelidir. Erkeklerin de duygusal sorumluluk alması gerektiği gösterilmelidir. Böylelikle duygusal emek sadece kadınların omuzlarına yüklenen bir görev olmaktan çıkıp partnerler arasında eşit bir sorumluluk anlayışına kavuşur.
Son Söz
Duygusal emek sadece kadının veya erkeğin omuzlarına yüklenmemelidir. Sağlıklı bir ilişki, sevginin de sorumluluğun da karşılıklı olarak paylaşıldığı bir süreçtir. Kadınlara artık duygusal dadılık yaptırmayı bırakmalıyız. Erkeklere ise kendi iç dünyasını keşfettirerek duygularına yabancı olmaktan alıkoyup, kendi duygu ve düşüncelerini özgürce ifade edebilme cesaretini kazandırmalıyız. Unutmamalıyız ki bir ilişkiyi sürdürebilmek, sadece bir tarafın bakıcılığı ile değil her iki tarafın da katılımı ile mümkündür. Çünkü sevgi, bakım değil karşılıklı farkındalık ve katılım ister.