Pazartesi, Ağustos 4, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

KONFOR ALANINA YENİDEN BAKMAK: DURAĞANLIĞIN GÖLGESİNDE GELİŞMEK Mİ? 

Günümüz dünyasında “ilerlemek”, çoğu zaman sadece bir sonraki adıma geçmekle aynı görülüyor. Sürekli bir değişim ve dönüşüm vurgusu, bireyi duraksamanın değersiz, olmaması gereken bir süreç; değişmenin ise bir zorunluluk olduğuna inandırabiliyor. Ancak bu inanç, kendi ritmini tanımaya, anlamaya çalışan bir insanın içsel yolculuğunu gölgeleyebilir. Bazen değişimler, dönüşümler ve gelişmeler, hiçbir yere gitmeden, sadece olduğumuz yerde kalarak; dinleyerek, hissederek ve anlayarak başlar. 

KONFOR ALANI YANILGISI

Konfor alanı, çoğu zaman gelişimin önündeki bir engel ya da bir duraklama noktası olarak görülür; sanki orada kalmak, gerileme ve durağanlık anlamına geliyormuş gibi. Peki, her konfor alanı gerçekten kötü müdür?  

Konfor alanı, sadece fiziksel ya da çevresel bir sınır noktası değil, zihinsel ve duygusal bir denge noktasıdır. Bireyin kendini güvende hissettiği, geçmiş deneyimlerinden güç aldığı, potansiyelini sindirdiği bir alan olarak da görülebilir.  

Değişim ve dönüşüm, kontrolsüz biçimde yüceltildiğinde, konfor alanından çıkmak bir zorunluluk gibi düşünülür. Sürekli yeni hedefler, deneyimler ve hızla ilerleyen bir hayat fikri, kişiyi içsel ritminden uzaklaştırabilir. Ancak bazı dönemler, dış dünyada büyük bir dönüşüm ya da değişim yaşamadan da derinleşebilir ve büyüyebiliriz. İçsel büyüme, sadece yeni adımlar atarak değil, bazen durarak, dinleyerek, hissederek ve olanları anlamlandırarak da ortaya çıkar.

Sürekli hareket halinde olmak, kendine bakmaya zaman bırakmamak demektir. Hızın içinde kaybolan insan, gelişimin sadece eylemle gerçekleşebileceği yanılgısına düşebilir. Oysa konfor alanında geçirilen zaman, içsel farkındalık yaratır ve gelecekteki değişimleri daha bilinçli kılabilir. Bu sayede gelişim mümkün olur. Konfor alanında kalmak, gerileme ya da duraklama süreci değil; bazen toparlanma süreci olabilir. 

DEĞİŞİM VE İSTİKRARIN DOĞAL DÖNGÜSÜ 

İnsan yaşamı, yalnızca sürekli değişim ya da dönüşüm üzerinden yorumlanamaz. Her bireyin hayatında, zaman zaman hareketlilik ve dönüşüm dönemleri olur; ancak bu süreç sağlıklı bir ilerlemeyle gerçekleşmelidir.  

Değişim dönemlerinde, insan yoğun bir enerji sarf eder. Yeni hedefler ve deneyimlerle karşılaşır ve bunun sonusunda değişim ve dönüşümler yaşar. Ancak sürekli bir eylem içinde olmak, bireyin yaşadıklarını sindirmesine, anlamlandırmasına fırsat tanımaz. Bu noktada, durmayı bilmek önemlidir. İstikrar, durgunluk anlamına gelmez; aksine, yaşanan değişimin farkına varılması, anlamlandırılması ve gelecekteki kararların daha bilinçli alınmasını sağlar.  

Dış dünyada sürekli bir değişim ve dönüşüm içinde olmak, bireyin yaşamındaki dengeyi bozar. Birey, yalnızca değişime odaklandığında, içsel derinleşmeyi göz ardı edebilir. Oysa düşünmenin, anlamlandırmanın ve içsel olarak büyümenin en verimli olduğu anlar, bir nevi durağanlık gibi görünen dönemleridir. Bu süreçte kişi, geçmiş deneyimlerinin farkına varır, değerlendirir, hayatına yön verir ve içsel gelişimine katkı sağlar.  

Gerçek ilerleme, yalnızca yeni yollara çıkmakla değil, geçmişte yürüdüğümüz yolları içselleştirerek de mümkündür. Değişim ve istikrar bir arada var olduğunda, kişi sadece dışsal uyum sağlamakla kalmaz, aynı zamanda zihinsel ve duygusal olarak güçlenir. Asıl önemli olan, hangi dönemde olduğunu fark etmek ve bu süreçleri bilinçli bir şekilde yönetebilmektir.  

SÜREKLİ DEĞİŞİMİN YAN ETKİLERİ

Sürekli değişim, modern dünyada başarıya ulaşmanın anahtarı olarak görülse de, aşırı değişim kişinin içsel dengesi ve gelişimi üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. Değişim, adaptasyon gerektirdiğinden, birey sürekli olarak yeni koşullara uyum sağlamak için enerji harcar. Ancak bu uyum süreci, kişiyi sürekli bir mücadeleye sokarak zihinsel ve duygusal enerjisini tüketebilir.

Hayatı sadece değişim çerçevesinde yaşamak, bireyin iç dünyasını ihmal etmesine neden olabilir. Örneğin, sürekli yeni hedeflere odaklanmak, geçmiş deneyimlerden öğrenme fırsatlarını sınırlandırabilir. Sürekli değişimin baskısı altında kalan kişi, istikrarlı bir gelişim süreci yaşamak yerine, sadece hareket eden ama derinleşmeyen yani yüzeysel bir yaşam sürer.  

Sürekli yeni ortamlara ve yeni koşullara uyum sağlamak, bireyin kendini tam olarak tanımasına engel olabilir. Çünkü sürekli yenilik peşinde koşmak, kişinin kendisine dönüp bakması için gerekli alanı yaratmaması demektir. Oysa biz insanlar, kendimizi en iyi yaşadığımız deneyimlerin içsel yansımalarıyla tanırız ve keşfederiz. Dolayısıyla, sürekli yeni deneyimler peşinde koşmak, bireyin kendi özünü tam anlamıyla kavramasını zorlaştırabilir. 

DEĞİŞİM ve İSTİKRARI DENGELİ YÖNETMEK 

Değişim ve istikrar arasındaki dengeyi kurmak, bireyin hem gelişimini destekler hem de zihinsel ve duygusal sağlığını korur. Sürekli değişimin peşinde koşmak kadar, istikrarı körü körüne gerekliliğini savunmak da bireyi sınırlandırabilir. Asıl mesele, bu iki sürecin birbirini tamamlayan bir yapı oluşturmasını sağlamaktır. Yani, değişim gerekli olduğunda ona açık olmanın yanında hangi dönemde olduğunu fark etmek ve bu süreçleri bilinçli bir şekilde yönetebilmektir.  

Değişim ve dönüşümün anlamlı olması için bireyin neyin neden değiştiğinin farkında olması, hangi noktada durması gerektiğini ve bu sürecin kendisi için nasıl bir değer taşıdığını bilmesi önemlidir. Plansız ve sürekli değişim, yalnızca hareket halinde olmayı getirirken, dengeli bir yönetim bireyin içsel derinleşmesini koruyarak gelişimini ve büyümesini sağlar.  

Kazanılan deneyimleri sindirme, düşünceleri olgunlaştırma ve bilinçli karar alma için istikrar dönemleri önemlidir. İstikrar olmadan değişim sadece yüzeysel bir akış haline gelir. Bireyin istikrar dönemlerinde kendisine bakması, sorgulaması, yaşananları değerlendirmesi ve yeni yönelimlerini belirlemesi gerekir. Böylece değişim, bilinçli bir tercihten doğar ve süreklilik kazanır.

Gerçek gelişim, değişim ile istikrarın dengeli yönetildiği noktada gerçekleşir. Değişimin yönünü belirleyerek, sadece dışsal uyum sağlamak değil, içsel bütünlük de oluşturarak ilerlemek mümkündür. Önemli olan, kişinin kendi ritmini anlaması ve içinde bulunduğu sürecin farkında olarak dönüşümü yönetmesidir.

Gülhan Sakarya
Gülhan Sakarya
Selçuk Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden mezun olmuştur. Uludağ Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde öğrencidir. Lisans Eğitimi süresince çeşitli alanlarda stajlar yapmıştır. Şu an üniversitesinde çalışmalarına devam etmektedir. Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu (TPÖÇG) gönüllü destek ekibi üyesidir. TPÖÇG bünyesinde üniversitesinde yıl boyunca çeşitli akademik, sosyal ve sosyal sorumluluk etkinlikleri düzenlemektedir.

2 YORUMLAR

  1. Alanımızda son dönemde trend haline gelmiş, popürleştikçe de ona karşı körleştiğimiz bir yaklaşıma; karşı taraftan, gerçekçi şekilde bakmışsınız. Oldukça etkilendim. Tebrikler!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar