Pazartesi, Ekim 20, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Kitle Psikolojisi Nedir?

Bireyler topluluklar içinde bir araya geldiğinde, bazen tamamen rasyonel düşünmekten sapıp kitlenin ruh haline kapılabilmektedirler. Peki, bu nasıl olur? Kitle psikolojisi tam da burada devreye girer. Bu alan, insanların gruplar içinde nasıl davrandığını, grup dinamiklerinin bireyleri nasıl etkilediğini ve kolektif bilincin nasıl oluştuğunu inceler.

İlk olarak, bu terimi 19. yüzyılın sonlarına doğru Fransız psikolog ve sosyolog Gustave Le Bon ortaya atmıştır. Le Bon, kalabalık bir grup içinde bireylerin bireysel düşünme yetilerini kaybedebileceğini ve grupla birlikte duygusal olarak hareket edebileceğini savunur. Bu fikre göre anonimleşen insanlar sorumluluk duygusunu kaybeder ve duygular hızla yayılır. Bu da bazen kitlenin öngörülemez ve kontrolsüz şekilde hareket etmesine yol açabilir.

Le Bon’un fikirleri zamanla büyük yankı uyandırmasına rağmen bazı eleştiriler aldı çünkü bireysel farklılıkları göz ardı ediyordu. Ardından Sigmund Freud, Hannah Arendt, Philip Zimbardo ve Gordon Allport gibi isimler, kitle psikolojisini farklı açılardan inceler.

Freud’un Bakış Açısı

Freud, kitle psikolojisini biraz daha farklı bir açıdan ele almıştır. O, Kitle Psikolojisi ve Ego Analizi adlı eserinde, bireylerin kitle içinde genellikle kendi düşüncelerinden çok kolektif bilincin etkisiyle hareket ettiklerini belirtir. Kitlelerin oluşumunu, bilinçdışı süreçlerle açıklar. Freud’a göre, insanlar tarih boyunca bir lidere ihtiyaç duyuyorlar. Kitleler, bir lider figürüne bağlılık gösterip o liderin yönlendirmesiyle hareket eder.

Lider ve Kitle Bağı

Freud’a göre, insanlar lider figürlerine oldukça bağlanıyor ve çoğu zaman kararları kendileri almak yerine liderin kararına güvenirler. Bu da kitlenin bir arada hareket etmesini, organize olmasını sağlar. Ancak, bireyler bazen bu güçlü sosyal bağlarla birleşip, kendi etik ve ahlaki değerlerinden sapabilirler. Bu da, kitlenin bazen kontrolsüz şekilde hareket etmesine yol açabilir.

Hannah Arendt ve Kötülüğün Sıradanlığı

Arendt’in “Kötülüğün Sıradanlığı” kavramıyla bireylerin bir grubun parçası olduklarında nasıl kendi etik sorumluluklarını kaybedebildiklerini anlatır. İnsanlar kurdukları ilk toplumlardan beri içinde bulundukları toplumsal yapının kurallarına uyum sağlama eğilimindedirler. İnsanlar, bireysel olarak kabul etmeyecekleri şeyleri, bir sistem içinde meşru görmeye başlayabilirler. Bir otorite karşısında kendi kararlarının sorumluluğunu taşımazlar, yalnızca kendilerine verilen görevleri yerine getirdiklerini düşünürler. Tam da bu noktada kötülük, etik ve ahlak süzgeçlerinden geçmiş bilinçli bir karar olmaktan çok itaat etmenin bir sonucu olarak ortaya çıkar.

Bunun dışında grup dinamikleri, bilinçli kolektif hareketlerin ortaya çıkmasına da neden olabilir. İnsanlar, bir baskı rejimine karşı birlikte hareket ettiklerinde, aynı şekilde bir dayanışma duygusu da geliştirebilirler. Tarihte birçok toplumsal hareket, bireylerin ortak bir amaç doğrultusunda birleşmesiyle oluşmuştur. Bu noktada, kitleler yalnızca kontrol edilebilir, yönlendirilebilir gruplar değil; aynı zamanda değişim yaratma gücüne sahip kolektif yapılar olarak da görülebilir.

Gordon Allport ve Sosyal Kimlik

Gordon Allport, kitle psikolojisini önyargı ve grup kimliği bağlamında ele alır. Bireylerin sosyal kimlikleri, genellikle ait oldukları gruplar tarafından şekillendirilir. İnsanlar, bir grup içinde yer aldıklarında, kendilerini bu grubun bir parçası olarak hissederler. Bu gruplar; etnik gruplar, dini inançlar, siyasi partiler gibi pek çok farklı kategoride olabilir. Allport’a göre, grup aidiyeti bireylerin benlik algısını şekillendirir ve toplumsal rollerin, normların ve değerlerin içselleştirilmesine olanak tanır. Sosyal kimlik, kişiye yalnızca aidiyet sağlamaz, aynı zamanda dışlanma korkusu da yaratır ve bu durum, bireyleri belirli davranışlara yönlendirebilir.

Allport’a göre, insanlar bir kitleye dahil olduklarında sadece bireysel kimliklerini kaybetmekle kalmaz, aynı zamanda grup kimliklerini de pekiştirirler. Bir gruba ait olma duygusu, bireylerin o gruba olan bağlılıklarını güçlendirir ve bu, grup içindeki dayanışmayı artırır. Ancak bu durum, bireylerin grup dışındaki kişilere karşı önyargılar geliştirmesine ve negatif tutumlar sergilemesine yol açabilir. Yani, kitleler yalnızca bireylerin kimliklerini kaybetmelerine neden olmakla kalmaz, aynı zamanda grup aidiyetini güçlendirerek toplumsal sınırlar çizer. Bu dinamik, sosyal kimlik teorisinin temelinde yer alan ve toplumdaki çatışmalarla ilişkili önemli bir süreçtir.

Bireylerin sosyal kimlikleri, genellikle ait oldukları gruplar tarafından şekillendirilir. İnsanlar, bir grup içerisinde bulunduklarında, kendilerini bu grubun bir parçası olarak görürler. Bu gruplar; etnik gruplar, dini inançlar, siyasi partiler, aileler, iş grupları gibi çok farklı kategorilerde olabilir. Allport’a göre, grup aidiyeti, bireylerin benlik algısını şekillendirir ve toplumsal rollerin, normların ve değerlerin içselleştirilmesine olanak tanır.

Sosyal kimlik teorisi, bu aidiyetin psikolojik bir önem taşıdığını vurgular. Birey, grubuyla özdeşleşerek benlik değerini artırabilir ve grup içindeki başarılarla kendini değerli hissedebilir.

Dijital Çağda Kitle Psikolojisi

Günümüzde, sosyal medya sayesinde kitle psikolojisi dijital bir dönüşüm geçirdi. Geleneksel kitlelerde, bireylerin kimlikleri ve yüzleri çoğunlukla tanınır. Ancak dijital ortamda, anonim olan bireyler daha kolay bir şekilde duygu ve düşüncelerini dile getirebilir, rasyonel düşünceden uzaklaşarak, belirli bir kitlenin duygularına kapılabilirler. Bu durum, troller veya nefret söylemi gibi negatif yönleri besleyebilir, ancak aynı zamanda toplumsal değişim yaratacak olumlu hareketlerin de hızla yayılmasını sağlar.

Örneğin, MeToo hareketi, Gezi Parkı gibi toplumsal hareketler, kitlesel destekle daha güçlü hale geldi. Sosyal medya algoritmaları ise insanların düşüncelerini nasıl pekiştirdiğini gösteriyor. Dijital çağda, kitle psikolojisi, sadece toplumsal dayanışmayı değil, aynı zamanda siyasi manipülasyonları da etkileyebilir.

Sonuç

Sonuç olarak kitle psikolojisini yalnızca bireysel kimlik kaybı veya irrasyonel davranışlarla sınırlandırmamız doğru değil. Aksine, toplumsal dayanışma ve değişim yaratma açısından büyük bir potansiyel taşıyor. Freud, Le Bon, Arendt ve Zimbardo’nun çalışmaları, kitlelerin sadece kötü yönleriyle değil, aynı zamanda olumlu etkileriyle de ele alınması gerektiğini gösteriyor. Kitle psikolojisi yalnızca itaat ve pasif uyumu açıklamaz; aynı zamanda kolektif direnişin ve toplumsal değişimin de zeminini oluşturur. İçinde bulunduğumuz dijital çağda kitlelerin gücü daha da artarak, bireylerin ortak hedefler doğrultusunda birleşmesine olanak tanıyor. Kitle psikolojisini anlamak, onu bilinçli ve olumlu yönde kullanmak, toplumsal ilerlemeye katkı sağlayabilir. Bu doğrultuda bireyler, ortak bir bilinç ve dayanışma duygusuyla bir araya gelerek baskıcı sistemlere karşı koyabilir ve büyük toplumsal dönüşümlerin öncüsü olabilirler.

Kaynakça

Arendt, H. (2018). Şiddet üzerine (B. Peker, Çev.; 9. bs). İletişim Yayınları.
Freud, S. (2012). Kitle psikolojisi. Cem Yayınları.
Le Bon, G. (2015). Kitleler psikolojisi (F. Z. Bayrak, Çev.). Hayat Yayınları.
Yaşın, F., & Başbuğ, S. (2016). ‘Prof. Dr. Philip Zimbardo ile Kötülük Psikolojisi Üzerine’. Nesne Psikoloji Dergisi, 4(7).

Kübra Altın
Kübra Altın
Kübra Altın TOBB ETÜ psikoloji lisans programını bitirerek psikolog ünvanı almaya hak kazanmıştır. Akademik ve psikolojik danışmanlık alanlarında pek çok deneyim sahibidir. Akademik anlamada bilişsel alanda çalışmalara dahil olmuştur. Terapi alanında ise Varoluşçu terapi psikodinamik terapiyi benimsemektedir. Hayatımızın içinde bulunan her türlü konu üzerine düşünmekte ve psikolog kimliği ile düşüncelerini yazıya aktarmaya devam etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar