Kimse bir sabah uyanıp suç işlemeye karar vermez. Her suçun arkasında bir psikolojik kırılma anı, bir tetikleyici veya doyurulmamış bir ihtiyaç ya da çocukluk travması vardır.
Bu yazı, gerçekleşen suçları hafifletmek için değil; gerçeklerin arkasındaki perdeyi açmak, hepimizin içerisinde suça sürüklenmeye yatkın bir birey olduğunu hatırlatmak ve farklı bir bakış açısıyla değerlendirmek üzerine yazılmıştır.
Suçun Çocukluk Yankısı
“Doğduğun ev kaderindir” derler. Doğru mu?
Kimse suçu öğrenerek doğmaz; ama bazı çocuklar sevgisizliğin ve güvensizliğin içinde büyüyerek bunu adım adım öğrenir.
Doğulan hayat, yaşam standartları, ilişkiler ve hatta yaşanılan muhit, suçu işlemeye yatkınlık derecesini bizlere anlatabilir.
Psikolojide “mirror effect” dediğimiz bir kavram vardır.
Anlamı; karşımızdaki insanı daha iyi anlayabilmek için yaptığımız bir iletişim kurma yöntemi ve empatidir.
Küçük bir çocuğu düşünün; bir süre sonra sizin davranışınızı, gülüşünüzü veya bir hayvanı taklit etme eğilimindedir.
Çünkü empati yöntemiyle onu anlamak ve tanımak ister.
Örnek olarak alınan ebeveynler, her gün içerisinde olup normalleştirilen hayatlar, aslında bir müddet sonra sıradan bir yaşam tarzına dönüşür.
Bu onun hayatı değil midir — içine doğduğu hayatı?
Çocukluk travması ve büyütülme tarzı, bireyin ileriki yaşamında kritik bir belirleyicidir.
Ebeveynlerden görülen ihmalkârlık, istismar, değersizlik duygusu ve buna uygun model alınan davranışlar, çocuğun içinde büyümeye başlayan bir öfke tohumunun habercisi olabilir.
Bir psikoloğun suçlu kişilerle yaptığı görüşmeden bir yorum:
“Görüştüğüm kişilerin çoğunda ortak bir yara vardı — yarım kalmış çocukluk. Birçoğu çocukken ailesi tarafından susturulmuş, değer görmemiş ve büyük bir ihmalle büyütülmüş. Bu büyüme hali de zamanla tehlike kavramını tanıdık bir duyguya dönüştürmüş gibiydi. Suç bazen görünmez bir çocuğun çığlıklarına dönüşüyor.”
Öfke, Dürtüsellik ve Kırılma Anı
Çoğu suç işleyen insanlardan bazı cümleler duyarız: “Anlık sinirle yaptım” veya “kontrolümü kaybettim.”
İçimizdeki vicdan bu cümleleri bir savunma olarak kabul etmez.
Ancak psikolojik araştırmalara baktığımızda, bağlanma kuramına göre erken çocuklukta güvenli bağlanma geliştiremeyen bireylerde ileride dürtü kontrolü, empati ve sosyal çevreyle uyum becerileri zayıflayabiliyor.
Çocukluk travması, bireyin tehlike kavramını normalleştirmesine yol açabiliyor.
Şiddet gören bir çocuğun zamanla şiddeti bir iletişim şekli olarak öğrendiğini görebiliriz.
Yetişkinlikte karşımıza çıkan “suçlu” kimliği, aslında çocuklukta öğretilen ve benimsetilen dinamiklerin bir yansıması olabilir.
Bir psikoloğun yorumu:
“Zamanla kişinin geçmişte deneyimlediği olaylar ve üstlendiği duygular, öfke, saldırganlık veya maddeye yönelme gibi davranışlarla kendini göstermeye başlıyor.
Kişi kendine bir yol arıyor, kendini bulabileceği ya da kendinden kaçabileceği bir yol…”
Bir Yudum Unutuş, Bir Adım Suç
Kişiler yaşadıkları olaylardan veya anlardan kaçmak için kendilerine tutunacak bir dal ararlar.
Bazen bu dal, aslında o yükü kaldıramayacak kadar ince bir dal olabilir.
Madde ya da alkol kullanan birinin ilk amacı suç işlemek değildir.
Çoğu zaman o ilk kullanım, zihin gürültüsünden, bastırılmış duygulardan ya da geçmişin izlerinden bir kaçış yöntemidir.
Ama bu kaçış türü kişiyi farkında olmadan bir çukurun içerisine bırakabilir.
Psikoloji bu durumu, beynin ödül mekanizmasına verdiği tepkiyle açıklar.
Madde kullanımından alınan kısa süreli haz, beyinde ödül olarak kodlanır ve kişi bunu tekrar yaşamak ister.
Ancak bir süre sonra bu sistem bozulur ve kişi ahlaki yargı ile özdenetim süreçlerinde zayıflama yaşar.
Bu yüzden kişi madde etkisi altındayken yapmayacağı davranışları sergileyebilir veya bilinçaltında bastırılmış öfke ve travmalarını dışa vurabilir.
Madde, kısa vadede bir ilaç gibi görünse de uzun vadede kişinin benliğini parçalamaya başlar ve onu kendi karakterinden uzaklaştırır.
Bağımlılıkla suça giden bu yolda zihin uyuşurken vicdan da yavaşça sesini kaybetmeye başlar ve kendi içinde sessiz yardım çığlıkları atar.
Madde bir çözüm değil, bir savaş muharebesindeki kayıptır.
Bir psikoloğun madde kullanımıyla suç işleyen kişilerle ilgili genel yorumu:
“Görüştüğüm birçok kişi, bunu bir seferlik denediğini ve devamının kendiliğinden geldiğini, zamanla kontrolü kaybettiklerini ifade ediyordu.
Bu süreçte kişilerin kendileriyle muhakeme gücü, dürtüsellik kontrolü ve risk değerlendirme becerileri zayıflıyor.
Yani birey bir süre sonra mantığını kenara koyup yoluna öyle devam ediyor.
İşte tam bu noktada suç davranışı bir sonuç değil, bir yansıma olur.
Ve bu süreç kesinlikle küçümsenecek bir düzeyde değildir.”
Suçu Yeniden Düşünmek
Suç psikolojisi, yalnızca cezai süreçleri değil, insanın iç dünyasındaki kırılma noktalarını da anlamaya çalışır.
Bu nedenle suçlu kişilere yalnızca ceza değil, psikolojik destek de sağlanması gerekmektedir.
Sürekli ve maliyet olarak herkesin ulaşabileceği bir düzeyde olmalıdır.
Bir noktada, herkesin insan olduğunu ve suç işlemek üzere doğmadığını unutmamalıyız.
Yaşamını ihmalkâr ve düzensiz aile ortamı içinde geçiren çocukların tespit edilmesi, uygun şartlarda eğitim verilmesi ve toplumun ahlaki değerlerini öğrenmesi önemlidir.
Toplumun çocukluk travması kökenli sorunlara yönelik erken müdahale stratejileri geliştirmesi, suçun önlenmesinde büyük bir fark yaratabilir.
Unutmayalım: Suçu anlamak, normalleştirmek değil; insanı anlamaktır.
Kaynakça
Keysers, C. (2011). Empatik beyin. İstanbul: Alfa Yayınları.
Uysal, B. (2015). Çocuk ve Suç: İlk Cinayet İsimli Öyküden Hareketle Suç Psikolojisi. Gazi Üniversitesi, Ankara.