Perşembe, Ekim 9, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Kırgınlıktan Özgürlüğe Geçiş: Bağışlama Sanatı

Her yaşamın kendine ait bir izi, bir öyküsü var. Öykülerdeki bu izler bazen küçük kırgınlıklar bazen de derin yaralar olarak hayatımızda yeni bir iz bırakırlar. Bu düşünceyi destekleyen bir alıntıyla karşılaşmıştım, şöyle diyor; “İnsan hatırladığı sürece kırılır, unuttuğu sürece iyileşir.”
O halde kural çok basit; iyileşmek istiyorsak unutmamız gerekir. Peki ama ya unutamıyorsak?

Unutmak, bize acı veren duyguyu zihnimizden uzaklaştırarak yok saymaktır. Başka bir ifadeyle, bu duygunun bir gün bir yerlerde ansızın gün yüzüne çıkmasına fırsat tanımaktır.
Oysa bağışlamak, bize acı veren o duyguyu ve olayları kabul etmektir.
O halde iyileşmek istiyorsak, bağışlayıcı olmamız gerekir.

Bağışlama, haksızlığa uğradığımızı düşündüğümüzde ya da incindiğimizde, bize bu duyguları hissettiren kişiye yönelik öfke ya da kırgınlık gibi olumsuz duyguların azalmasına karşın; şefkat, sevgi ya da cömert davranma gibi olumlu duygular temelinde özgürce yapılan bir seçimdir.

Pek çok insan bağışlamanın yapılan hataların unutulması ile eş değer olduğunu düşünmektedir. Yani birini bağışladığımızda bizi incitmesine izin verdiğimiz fikri doğar ve bu fikir bizi rahatsız eder.
Tarih boyunca kuramcılar bağışlama ile ilgili farklı fikirler ortaya çıkarmışlardır. Kuramcıların farklı düşüncelerinde uzlaştıkları bir nokta, bağışlamanın sürdürülen ilişkinin yeniden yapılandırılmasını gerekli kılmadığıdır. Başka bir ifadeyle, birini affetmek, ona kırgınlığımızdan önceki ilişkimizin devamlılığını sunmak değildir.

Çünkü bağışlamak, bizi inciten kişinin yaşadığı pişmanlıktan çok daha farklı bağlamlarda, bağımsız olarak ortaya çıkan içsel bir süreçtir.

İnsan sosyal bir varlıktır ve dünyaya geldiği ilk andan itibaren gittikçe artan ilişki ağlarında yetişir. Bağışlama, hayatımızdaki tüm ilişki ağlarımızı ve yaşamdan memnuniyet duymamızı doğrudan etkileyen bir yere sahiptir.

İlişkiler her zaman bize doyum ya da memnuniyet gibi olumlu duygular sağlamaz. Bazen içinde olmaktan çok mutluluk duyduğumuz bir ilişki bizi derinden yaralayabilir. Yaşadığımız ilişkinin niteliği ve oradan aldığımız haz arttıkça, kişiye ve ilişkiye yönelik bağlılığımız da artmaktadır. Bu durumda diğerinin davranışlarının bizi daha çok incitmesine ya da öfkelendirmesine olanak sağlamaktadır.

Ortaya çıkan bu duygular hem yaşanılan ilişkinin doyumunu etkiler hem de kişinin mutlu hissetmesinin önünde bir engel oluşturarak intikam gibi yeni yıkıcı duygularla tanışmasına neden olur.
Yaşanılan acıları özgürce serbest bırakmak ve kabul etmek için bağışlayıcı olmak önemli bir yere sahiptir.

Engriht’a göre bağışlama dört evrede gerçekleşmektedir. Bağışlama sürecinde ilk olarak ortaya çıkarma evresini yaşarız. Bu evrede kişi öfkesini beslemez, onunla yüzleşir ve hatta vazgeçmeye çalışır.

Bu evreden geçtikten sonra kişi artık karar verme evresine gelir. Artık öfke duyduğumuz kişiye karşı, öfke duygusunun yanında bağışlamayı bir seçenek olarak düşünmeye istek duyar ve bağışlamaya karar veririz.

Bağışlayıcı olmaya karar verdikten sonra çalışma evresinde, diğer kişiye empati duyma, merhamet etme ve acıyı kabul etme yer alır.
Son evre olan derinleştirme evresinde ise kişi, bağışlayıcılık sürecinde kendim ve başkaları bağlamında anlam arama ve bulma, içsel ve duygusal serbestlik yaşamaktadır.

Peki, gerçekten birini bağışlamak bu kadar mekanik bir süreç midir? Herkesi hemen bağışlayabilir miyiz? Ya da neden bazı insanları bağışlamak bize daha zor gelir?

Bizi inciten kişinin yaptığı hatadaki sorumluluğu, hatanın bizim hayatımızdaki yol açtığı sonuçlar ve tabii ki hatayı kimin yaptığı, bağışlamayı etkileyen en önemli faktörlerden biridir.

Romantik yakınlık ya da başka bir sosyal ilişki içinde diğerinin varlığına bağlılığımız yüksekse, bizi incitmesine daha kolay izin verdiğimiz için bağışlamamız daha zordur.
Oysa yeterince doyum almadığımız herhangi bir başka sosyal ilişkideki diğerini bağışlamamız daha kolay olabilir.

Yapılan araştırmalara göre bağışlamayı etkileyen bir diğer önemli faktör cinsiyettir. Kadınlar erkeklerden daha bağışlayıcı olmaya yatkındırlar. Çalışmalar bağışlamanın önündeki en büyük engelin intikam duygusu olduğunu gösterir. Erkeklerin intikam duyguları, kadınların ise duygusal olarak daha samimi duyguları yüksek düzeydedir. Duygusal olarak daha sıcak duygular, bağışlayıcı olmanın önünde önemli bir etkendir.

Bağışlamanın çeşitli güdülerden kaynaklanan pek çok nedeni olabilir. Bağışlamayı hangi nedenden dolayı seçtiğimiz, o eyleme yüklenen anlamı hem değiştirir hem de derinleştirir.
Bazen bağışlamak bizi inciten kişiye özgeci bir perspektiften sunduğumuz bir ödül olabilir.

Bazen de yaşadığımız ilişkinin bizim için öneminin farkındalığı ile o ilişkiye devam etme isteğimiz, aslında benliğimizi korumaya yönelik bir amaca hizmet etmektedir.
Tüm bu çerçevede baktığımız zaman bağışlama, hem zihnimizde hem de kişilerarası ilişkilerde gerçekleşerek, toplumsal bir eyleme dönüşmektedir.

Yazıya başlarken bağışlamanın özgür bir seçim olduğunu belirtmiştim. Buna göre, bağışlamak bir zorunluluk değilse ve bağışlamadan da hayatımıza devam edebilirsek neden bağışlama yolunu seçmeliyiz?

En genel haliyle bağışlamamak öfkeyi devam ettirmek ya da olumsuz duyguları yok sayarak, bastırarak yolumuza devam etmektir. Kişinin yaşadığı olumsuz duyguların devamlılığı, psikosomatizm, kırgınlık, acı, depresyon gibi pek çok klinik semptoma neden olduğu için fiziksel ve ruh sağlığını tehdit eden bir faktördür.

Oysa koşul öne sürmeden bağışlamak, psikolojik iyileşmenin kaynağıdır ve size daha iyi bir sağlık durumu sunar.

Eğer seçtiğimiz yol bağışlayıcı olmaksa kazandığımız şeyler; genel iyi olma hali, yaşamdan keyif alma, geleceğe daha umutlu bakış, stresi kontrol edebilme becerisi, ilişkilerde daha yüksek düzeyde bağlılık, ilişki doyumu ve karşılıklı güven duygusunda artışı deneyimlemektir.

Henry Ward Beecher affetmenin, mahkûm edilen birini özgür bıraktıktan sonra o mahkûmun siz olduğunuzu keşfetmenizdir, der.
Bazen ruhumuz belli bir karara ulaştığı için değil de kendi ağırlığıyla çökmek üzere olan bir duvara bir dokunuş yapıldığı için de affedebiliriz.
Bazen de meselemiz ruhumuzda hiçbir şeyin yükünü taşımamakla ilgilidir.

Peki siz kendi öykünüzde bu izleri taşımaya devam etmeyi mi yoksa özgür olmayı mı seçersiniz?

Egemen İlmek
Egemen İlmek
Egemen İlmek, lise öğreniminin bir bölümünü Londra’da Goldsmiths University of London’da, psikoloji lisansını ise İstanbul Okan Üniversitesi’nde yüksek onur derecesiyle tamamlamıştır. Romantik yakınlıkları incelediği Klinik Psikoloji yüksek lisans tezi, uluslararası bir kongrede kabul alarak Uzman Klinik Psikolog unvanını almaya hak kazanmıştır.Akademik hayatı süresince pek çok klinik odaklı teorik eğitime katılmış; anaokulu, hastane ve kliniklerde aktif saha deneyimi edinmiştir. Mesleki yolculuğunda özellikle kaygı bozuklukları, fobiler, depresyon, panik bozukluk ve yakın ilişkiler alanlarında seanslar yürütmektedir.Aynı zamanda lisans programında kişilerarası ilişkiler ve davranış bilimleri alanlarında öğretim görevlisi olarak ders vermektedir. Çocukluğundan beri yazmaya duyduğu derin tutku sayesinde çeşitli platformlarda yazıları yayımlanmış; bu doğrultuda kariyerinde psikolojiyi klinik odalardan çıkararak sayfalarla buluşturmayı ve ulaşılabilir içerikler üretmeyi hedeflemektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar