Pazartesi, Ekim 20, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Kim Yazdı Bu Normali?

Herkesin uyduğu, uymazsa yargılandığı bir kitabı olduğunu biliyor muydunuz? Bu kitap toplumdan topluma, kültürden kültüre, zamandan zamana değişkenlik gösterebilen bir kitap. Bu kitabın adı “Normal.”

Topluma göre normal, kişilere göre normal, yaşadığı çevreye göre kişinin davranışları, giyinişi ve diğer unsurlar normal olmalı. Peki bu kadar güçlü bir şekilde içselleştirdiğimiz bu “normal” kavramı nereden geliyor?

Normal kavramını incelediğimizde, “kurala uygun, olağan, alışılmış olan, ortalama durum” olarak karşımıza çıkar. Normal aslında hem sosyal yapının temsilciliğini hem de istatistiksel bir yapıyı üstlenir. Tarih boyunca insanlar kendi çıkarları ve hayatta kalmaları için “normal” kavramını oluşturmuştur. Yaşam tarzı haline gelen bu norma karşı gelenleri dışlamış, sürmüş ve hatta öldürmüşlerdir.

Topluma uymadığı gerekçesiyle taşlananlar, dışlananlar, “farklı” olduğu için susturulanlar hep bu görünmez kitabın kurbanlarıdır. “Dünya düzdür” normuna karşı gelen Galileo sapkınlıkla suçlanırken, solak olmak bir kusur sayıldı. Bu da normalin zamana göre, topluma göre değişebileceğinin en büyük kanıtı olmaktadır.

Sosyal psikoloji, insanların gruba uyum sağlamak için kendi doğru algılarını bile inkâr etmeye hazır olduklarını gösteren “çoğunluk etkisi”nden bahseder. Bu etki, grubun büyük bir kısmının normlara uyma yönündeki toplumsal baskısı hakkında bize önemli bir bilgi verir. Normal, yalnızca bir fikir birliği değil aynı zamanda güçlü bir sosyal uyum mekanizmasıdır.

Bazı kültürlerde ölüler yakılıp külleri bir yerde toplanırken, bizim kültürümüzde gömülür. Fakat bir komşunuzun ölen yakınını yaktığını duyduğunuzu düşünün; nasıl tepki verirdiniz? Muhtemelen bunu “anormal” olarak nitelendirirdiniz. Oysa başka bir ülkede bu davranış, son derece saygılı ve kutsal bir ritüel olarak görülür.

Normallik Eğrisi: İstatistiğin Sosyal Kontrol Aracına Dönüşmesi

Yukarıdaki şekilde gördüğünüz grafik normallik eğrisi olarak geçmektedir. Normalin bu denli nesnel ve tartışılmaz bir gerçek gibi sunulmasında, istatistiğin ünlü “normallik eğrisi”nin payı büyüktür. Bu eğri, bir özelliğin (boy, zeka puanı vb.) bir toplum içinde nasıl dağıldığını gösterir. Çoğunluk “ortalama”da toplanır, uçlara gidildikçe sayı azalır.

İstatistiksel olarak bu, nötr bir veridir; sadece olanı betimler. Ancak mesele bu istatistiksel ortalamanın, sosyal ve ahlaki bir ideale dönüştürülmesidir. Eğrinin tepesi “normal” olarak yüceltilirken, sağ ve sol kuyruklarda kalanlar “sapkın”, “sorunlu” veya “marjinal” olarak etiketlenir.

Eğitim sistemleri çocukları bu eğrinin tepesine toplamaya çalışır, pazarlama dünyası “ortalama tüketiciye” odaklanır, tıp ise hastalıkları “normal” işleyişten sapmalar olarak tanımlar. Böylece normallik eğrisi, bir ölçüm aracı olmaktan çıkıp; kimin değerli, kimin düzeltilmesi gerektiğine karar veren güçlü bir yargı mekanizmasına dönüşür.

Oysa insanlığın ilerlemesi, çoğunlukla bu eğrinin uçlarında yer alan “anormal” dahilerin eseri olduğu unutulmamalıdır.

Sınırları Çizen ve Yargı Dağıtan: Normun Bekçileri

Peki, bu görünmez kitabın maddeleri kim tarafından yazıldı ve uygulandı? Normlar, çoğu zaman aile, eğitim sistemi, medya, yasalar gibi toplumsal kurumlar tarafından şekillendirilir. Bu kurumlar, “normalin” geleneksel bekçileri rolünü üstlenir.

Doğruyu, yanlışı; güzeli, çirkini; makbul olanı, olmayanı tanımlayarak, farkında olmadan hepimizi bu kalıplara sığdırmaya çalışan bir sosyal mühendislik işlevi görürler. Bir çocuğa “Ağlamak ayıptır, erkekler ağlamaz” denildiğinde bu sadece bir tavsiye değil, aynı zamanda duygusal ifadeye dair derin bir norm dayatmasıdır.

Ancak günümüzde bu geleneksel bekçilere, çok daha kişiselleştirilmiş ve nüfuz edici bir güç eklendi: dijital bekçiler. Sosyal medya platformları, “beğeni” ve “paylaşım” ekonomisi üzerinden yeni güzellik, başarı ve popülerlik normları inşa eder.

Bu platformların algoritmaları, bizi sürekli olarak kendi düşünce yapımızı doğrulayan “eko odacıklarına” hapsederek, kişisel “normal”imizin evrensel gerçeklik olduğu yanılsamasını pekiştirir ve toplumsal kutuplaşmayı derinleştirir.

Daha da endişe verici olan, bu önyargılı verilerle beslenen yapay zekâların, işe alım süreçlerinden kredi başvurularına kadar, tarihsel toplumsal normları ve ayrımcılıkları otomatikleştirerek “normal”i kodlamasıdır. Böylece, geçmişin ön yargıları, dijital çağın tarafsız maskesi altında yeniden ve çok daha hızlı bir şekilde üretilir.

Görünmez Kitabın Farkındalığıyla Yaşamak

O halde ne yapmalıyız? Amacımız tüm normları yıkmak olmayabilir çünkü bazı normlar toplumsal düzen için gereklidir. Ancak asıl mesele, bu normların farkına varmak, onların bir “kader” değil, “insan yapımı” olduğunu anlamaktır.

Kendi “normal”imize eleştirel bir gözle bakmak, başka kültürlerin ve zamanların normlarını incelemek, bu farkındalığı geliştirir. “Normal” diye dayatılanın ardında kimin çıkarı olduğunu, kimi dışladığını, kimi susturduğunu sormak, bizi daha adil ve kapsayıcı bir bakış açısına götürebilir.

Belki de gerçek olgunluk, toplumun görünmez kitabını körü körüne uygulamak değil; onu okuyabilme, anlayabilme ve gerektiğinde sayfalarını yeniden yazma cesaretini gösterebilmektir.

Çünkü insanlık tarihi, “normal”in değil, onu sorgulayan “farklı” zihinlerin ilerlettiği bir tarihtir.

Fatmagül Yay
Fatmagül Yay
Her bireyin gelişim yolculuğu, doğru rehberlik ve bilinçli destekle şekillenir. Bu yolculuğa çocukların gelişim süreçlerinde en sağlıklı şekilde ilerlemelerine katkı sağlama isteğiyle başlamaktadır. Önlisans eğitimini üniversite birincisi olarak tamamladıktan sonra, aynı yıl Dikey Geçiş Sınavı (DGS) ile fakülteye geçiş yaparak akademik eğitimine devam etmektedir. Çocuk gelişimi alanında edindiği bilgi ve deneyimlerle sadece onlara rehberlik eden bir uzman değil, aynı zamanda onları anlayan bir yetişkin olmayı hedeflemektedir. Çocukların dünyasını gerçekten anlamanın onların gözünden bakabilmekle mümkün olduğuna inanmaktadır. Bu bakış açısıyla özel eğitim, anaokulu ve hastanede gözlemler yaparak çocukların bulundukları konumlardaki duygu durumlarını inceleme fırsatı bulmuştur. Her çocuğun kendine özgü bir gelişim yolculuğu olduğuna inanarak onların bireysel farklılıklarını destekleyen yaklaşımlar üzerine çalışmalar yapmaktadır. Bilimsel üretkenliğe verdiği önem doğrultusunda, çocuk gelişimiyle ilgili farklı alanlarda bildiriler yayımlayarak akademik gelişimini sürdürmekte çocukların gelişimine katkı sağlayacak araştırmalar yapmayı hedeflemektedir. Akademide ilerleyerek bilimsel bilgiyi uygulamalı çalışmalara dönüştürmek istemektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar