Toplumların sağlığı, yalnızca biyolojik epidemilerle değil, aynı zamanda kültürel ve psikososyal salgınlarla da sınanır. Bağımlılık olgusu, bu bağlamda, bireyin ruhsal çöküşüyle sınırlı kalmayan; aynı zamanda kamusal alanda kolektif toplumsal güveni aşındıran çok katmanlı bir krizdir. Vancouver gibi küresel metropollerde gözlemlenen madde kullanımı sahneleri, yalnızca kişisel patolojileri değil, Zygmunt Bauman’ın (2000) “akışkan modernite” kavramıyla ifade ettiği toplumsal çözülmenin en görünür tezahürlerinden birini temsil eder.
Evsiz bireylerin ve madde kullanıcılarının kamusal alandaki varlığı, yalnızca sosyal dışlanmayı görünür kılmaz; aynı zamanda toplumun ortak toplumsal güven duygusunu, normatif sürekliliğini ve “ortak yaşam sözleşmesini” tehdit eden bir fenomen hâline gelir. Bu nedenle mesele, bağımlılığın klinik tanımlarıyla sınırlanamayacak kadar derin; aynı zamanda sosyolojik, kültürel ve etik katmanları olan bir olgudur.
Bağımlılığın Nöropsikolojik ve Klinik Boyutu
National Institute on Drug Abuse (NIDA), bağımlılığı “zararlı sonuçlarına rağmen kompülsif tekrarlarla sürdürülen, kronik ve relaps eğilimli bir beyin hastalığı” olarak tanımlar. Bu tanım, bağımlılığın nörobiyolojik köklerine işaret eder: dopamin sisteminin ödül devrelerinde meydana gelen disfonksiyonlar, dürtüsel davranışları tetikler ve bireyi irade denetiminden yoksun bırakır (Volkow & Morales, 2015).
Ancak bağımlılığı salt nörobiyolojik determinizmle açıklamak yetersizdir. Klinik gözlemlerim, bağımlılığın çoğu kez depresyon, kaygı bozuklukları ve travma sonrası stres bozukluğu (PTSD) gibi ruhsal patolojilerle birlikte seyrettiğini ortaya koymuştur. Burada, Gabor Maté’nin (2008) vurguladığı “utanç-travma döngüsü” kritik önemdedir: travma, bireyin benlik algısında bir “ontolojik kusurluluk” duygusu yaratır; madde kullanımı ise bu utançtan geçici bir kaçış sağlar. Ancak utanç geri döndüğünde bağımlılık döngüsü daha da pekişir.
Sosyal İzolasyon, Norm İhlali ve Toplumsal Güvenin Erozyonu
Durkheim (1893), toplumsal düzenin “kolektif vicdan”la ayakta durduğunu belirtmiştir. Kamusal alanda madde kullanımı, bu kolektif vicdanın zedelenmesine yol açar; bireyler arası güveni eritir. Cacioppo ve Hawkley’nin (2003) araştırmaları, sosyal izolasyonun yalnızca bireysel kaygı ve stres düzeyini artırmadığını, aynı zamanda toplumsal güven ilişkilerinin çözülmesine sebebiyet verdiğini göstermektedir.
Putnam’ın (2000) “sosyal sermaye” teorisi, kamusal güvenin iş birliği ve dayanışmanın temelini oluşturduğunu savunur. Madde kullanımının kamusal alandaki görünürlüğü, sosyal sermayeyi erozyona uğratır; toplumsal bağlar gevşer, dayanışma kültürü kırılganlaşır. Foucault’nun (1975) “biyopolitika” perspektifinden bakıldığında ise, bağımlılık, yalnızca bireyin bedeni üzerinde değil, toplumun disiplin mekanizmaları üzerinde de kontrol kaybına işaret eder.
Klinik ve Toplumsal Gözlemler
Vancouver’ın merkezinde gözlemlediğim sahneler — kaldırımda baygın yatan bedenler, ellerinde şırıngalarla dolaşan bireyler — yalnızca bireysel dramları değil, aynı zamanda toplumun “güven sözleşmesinin” çöküşünü temsil etmekteydi. Ailelerin bu bölgelerden bilinçli biçimde uzaklaşması, norm ihlallerinin toplumsal davranışlara nasıl yön verdiğini gözler önüne sermektedir.
Bu sahnelere sürekli maruz kalan bireyler, zamanla duyarsızlaşma (desensitization) geliştirmekte; başlangıçta dehşetle karşılanan manzaralar giderek sıradanlaşmaktadır. Gençler açısından bu süreç özellikle tehlikelidir: bağımlılık davranışının normalleşmesi, risk algısını düşürmekte ve yeni bağımlılık döngülerine kapı aralamaktadır.
İyileşme: Biyolojik Ayıklıktan Ontolojik Yenilenmeye
İyileşme süreci, yalnızca fizyolojik yoksunluğun sonlandırılmasıyla sınırlı değildir. Şırınganın kırılması, alkolün bırakılması ya da eroinin terk edilmesi fiziksel ayıklığın göstergeleridir. Ancak gerçek iyileşme, bireyin kendi utancıyla yüzleşmeye cesaret ettiği ve travmayı yeniden anlamlandırdığı noktada başlar.
Russell Brand’in ifadesiyle, bağımlılara yardım etmenin tek yolu onları “ahlaki yozlaşma” perspektifinden değil, “ruhsal hastalık” bağlamında değerlendirmektir. Toplumun büyüklüğü, en kırılgan üyelerine nasıl davrandığıyla ölçülür. Bu bağlamda, bağımlılık yalnızca klinik bir mesele değil; etik, politik ve toplumsal boyutları olan bir sınavdır.
Sonuç
Kamusal alanda madde kullanımı, bireysel dramın ötesinde, modern toplumların ruhsal, sosyolojik ve etik sınavıdır. Sosyal izolasyon, normatif çözülme ve güvenin aşınması, kolektif yaşamın dokusunu tehdit etmektedir.
Çözüm, yalnızca bireysel rehabilitasyon merkezlerinde değil, aynı zamanda kamusal alanın yeniden inşasında, toplumsal dayanışmanın kurumsallaştırılmasında ve toplumsal güven sermayesinin restorasyonunda aranmalıdır. Psikoloji, sosyoloji ve etik bilimleri; bağımlılığı yalnızca bireysel bir patoloji değil, kolektif bir travma olarak ele almak zorundadır.
Kaynakça
Bauman, Z. (2000). Liquid Modernity. Cambridge: Polity Press.
Cacioppo, J. T., & Hawkley, L. C. (2003). Social isolation and health, with an emphasis on underlying mechanisms. Perspectives in Biology and Medicine, 46(3), S39–S52.
Durkheim, E. (1893). The Division of Labor in Society. New York: Free Press.
Foucault, M. (1975). Discipline and Punish: The Birth of the Prison. New York: Pantheon.
Maté, G. (2008). In the Realm of Hungry Ghosts: Close Encounters with Addiction. Toronto: Knopf Canada.
Putnam, R. D. (2000). Bowling Alone: The Collapse and Revival of American Community. New York: Simon & Schuster.
Volkow, N. D., & Morales, M. (2015). The brain on drugs: From reward to addiction. Cell, 162(4), 712–725.