Doğduğumuz andan itibaren bizlere öğretilen her şeyi hayatın değişmez gerçekleri olarak kabul etme eğilimi gösteriyoruz. Aslında bu bilgiler, dünyaya geldiğimiz dönem, kültür ve aile yapısı gibi unsurlarla birlikte şekillendirilir. Bu kodlamalar oldukça yoğun ve sistematik bir biçimde gerçekleştirildiğinden, bazen tüm hayatımızı söz konusu kimliklere adıyoruz.
Oysa zararsız gibi görünen, “doğal ve normal” oldukları iddia edilen kategoriler, dünyanın en temel sorunu. Nitekim güç ve iktidar ilişkileri tam da bu kimlikler ve onlara yüklenen çeşitli anlamlar aracılığıyla oluşturuluyor. Öte yandan tıp, bilim, din ve sanat gibi nice alanda yapılan çalışmaların bir kısmı da üretilen bu yapay anlamları, kendince kanıtlamakta ya da toplulukların (kişilerin) içine sızdırma görevini üstlenmektedir.
Önceleri Dünya Sağlık Örgütü tarafından hastalık olarak sınıflandırılan heteronormatif olmayan kimlikler, yakın geçmişte bu kategoriden çıkartıldı. Bununla beraber giderek daha fazla kişi kendisini ve toplumsal normları sorgulamaya başladı. İntersekslik, dişi veya erkek olarak etiketlenen hormonların, organların veya kromozomların dağılımının sınırlarından taşan bedenleriyle bu ikili (binary) şemanın kırılganlığının kanıtı niteliğindedir.
Bu makale boyunca doğal bir mefhum ve bilimsel geçerliliği olan interseks çatı kavramı ışığında, kimlik ve ilişkilenme biçimlerinin çeşitliliği üzerinde duracağız. Buna ek olarak normal ile anormal, merkezi ile öteki üreten iktidar mekanizmasını sorgulayarak, kişilerin kendi potansiyellerini açığa çıkarmasının yollarını ortaya koyacağız. Non binary/cinsiyet kavramlarını inceleyerek farklı ve besleyici ilişkilenme biçimlerini araştıracağız.
İlişkileri ve Bedenleri Üremeye İndirgeyen Panoptikonu Geçersiz Kılmak
“Heteroseksüel sözleşme” ifadesinin mimarı, kuramcı yazar Monique Wittig dişi, erkek, kadın gibi kategorilerin doğal değil, politik sınıflandırmalar olduğuna dikkat çeker. Söz konusu sınıfların temelleri, duyarlı canlıları üreme gibi tek bir mefhuma indirgeyen, iktidar mekanizmasına dayanmaktadır.
Felsefeci Michel Foucault’ya göre de “cinsellik, beden, kimlik” gibi en doğal veya kişisel olduğunu düşündüğümüz şeyler aslında iktidar tarafından belirlenir. Bu şekilde kişilerde fikirlerini ve seçimlerini kendi özgür iradeleriyle belirledikleri yanılsaması oluşturulur.
Wittig, heteroseksüel sistemin veya iktidar mekanizmasının direkt olarak yok edilmesi gerektiğini ifade eder. Buna göre kadın, erkek, kız, oğlan, dişi gibi normal ve doğalmış gibi pazarlanan kategoriler, bizleri yönetmek için oluşturulmuş efendi-köle anlatılarıdır (diyalektiği, dikotomisi).
Felsefeci Gilles Deleuze ve Pierre-Félix Guattari dünyadaki dominant düşünce sistemi için ağaç metaforunun belirleyici olduğunu ifade eder. Burada ağaç, hiyerarşiktir, kök, gövde ve dallar şeklinde yapılandırılır. Sözü edilen yapay ağacın dalları da “iyi-kötü, kadın-erkek, akıl-beden, insan-doğa, doğu-batı” örneklerinde görüldüğü üzere ikiye bölünmüştür.
Öte yandan dikeydir, sabittir, akışkanlığı, yaşamı dondurur ve köke ulaşma iddiasındadır, yani bir temel sebep, köken (orijin) arar durur. Buna istinaden Deleuze ve Guattari “köksap (rhizome)” modelini ileri sürer. Daha açık bir ifadeyle kimlikler bir ağ gibidir yani ilgi alanları, duygular ve ilişkilerle örülen çeşitli deneyimlerin sonsuz kesişimindedir.
İktidarın ağacı kişileri siyah ve beyaz gibi iki renkten birisine mıhlarken, köksap anlayışında kişi prizmadan geçen ışık gibidir. Renkleri ve tonları içinde barındırır ve her an bir diğerine dönüşür. Demek ki her var olan biriciktir ve her an farklı renklerle ve tonlarla ifade bulur.
İntersekslik ve Beden Bileşenlerinin İktidardan Özgürleşmesi
Bir çatı kavram olan interseks, hormonlar, kromozomlar veya genital yapı gibi doğuştan gelen bedensel özelliklerin, erkek, kadın, dişi tanımlarına uymaması olarak açıklanabilir. Nasıl ki çoğunluğu sağ elle yazmaya alıştırılmış bir toplumda solla yazmak hastalık değilse, intersekslik de “doğal, normal” olandan bir sapma veya hastalık değildir.
Ne var ki canlılar üzerinde tahakküm kurmak üzerine yapılandırılmış sistemde, interseks kişiler sözde kadın veya erkek bedenlere sıkıştırılmaya çalışılıyor. Uyum ameliyatlarına maruz bırakılan kişilerin bir kısmı ileriki zamanlarda tekrar ameliyat olmak, ciddi sağlık sorunları yaşamak veya intihara yönelmek gibi son derece olumsuz deneyimler yaşayabiliyor.
Oysa dünyadaki interseks sayısıyla kızıl saçlı insan sayısının eşit olduğu ifade edilmekte. Yani yaklaşık her 60-70 kişiden biri interseks. Yıllarca sağlık sorunu olduğu iddia edilerek meydana getirilen ameliyatların aslında tıbbi şiddet olduğu anlaşılmıştır.
İnterseks kişilerin ruh sağlıklarını veya canlarını kaybetmesi pahasına üretilen bu “normalleştirme” dayatmaları, herkesi heteroseksüel kalıbına sokmaya çalışma prensibiyle paralel ilerler. Biyoiktidar duyarlı ve hissedebilen canlıların varoluşlarını penetrasyon ile üremeye indirger.
Böylelikle kişiler kendilerine ve ilişkilendikleri kişilere bir meta olarak yaklaşır. Kişi içselleştirilmiş bir korkuyla hareket ederek kendisini, çoğunluk gibi gösterilen makineleştirilmiş bir topluma uydurmaya çabalar. O artık hislerin ve gerçek temasın baskılandığı bir kavramlar aleminde ele geçirilmiştir.
İlişkilenme biçimleri genellikle oto galeride araç seçme etkinliği şeklindedir. İçten birliktelikler yerine, kaporta cilalarına önem verilir.
Sonuç
Psikanalist Ian Parker, terapi ve psikanaliz ortamında cinsiyet ve heteroseksüellik hakkında tarafsız (nötr) kalmanın da iktidar ilişkilerini yeniden ürettiğini vurgular. Cinsiyetin ve heteroseksüelliğin ideolojik bir kurgu olduğunun altını çizen Parker’a göre her söylem (discourse) ve eylem gerçekliği belirli bir biçimde yeniden kurar.
Ona göre heteronormatif söylemler ve yönlendirmeler kişilerin deneyimlerini ve yaşamlarını sınırlandırarak sığlaştırır. Böylelikle otantik kişiler ve ilişkiler değil, içsel iktidarın ideal kuklaları ve üretim araçları meydana getirilir.
Edebiyat kuramcısı ve felsefeci Kojin Karatani, edebiyatta “içsel insanın” nasıl meydana getirildiğinden söz eder. Karatani’nin sözünü ettiği içsel insan tam da biyoiktidarın ete kemiğe bürünmüş halidir. “Dış dünyayı ve ötekileri” sürekli olarak “kendi” perspektifinden tanımlar.
İntersekslik, non binary ve cinsiyetsiz psikoloji varoluşları biyolojinin ve yaşamın ikili kutuplara ayrıldığı kurgusunu alaşağı eden somut gerçekliklerdir. Bu kategorik düşünce sistemi tüm hissedebilir canlıları araçsallaştırır. İnsanları kadın, erkek, heteroseksüel, homoseksüel gibi muğlak kategorilere indirgeyen bu kurguda “doğa” da insanın karşısına alınır.
“Süt ineği, damızlık kadın ya da erkek, yumurta veya et tavuğu” gibi örneklerde olduğu gibi, duyarlı canlılar birilerinin bencil ve doyumsuz haz isteklerinin nesnesi olarak konumlandırılırlar. Birilerini fiziksel özelliklerinden dolayı daha güçlü veya değerli, diğerlerini güçsüz ya da değersiz olarak damgalayan yapı yalan söylüyor.
Oysa tüm bu şemaların, kimliklerin ve onlara yüklenen anlamların ötesinde, hissetmekle deneyimlenen ilişkisel ve iletişimsel alanlar da mevcut. Son olarak; örneğin cinsiyetsiz “demiseksüel” bir arzunun derin ve sağlam bağ arayışı, duyarlı canlıları araçsallaştıran sistemi etkisiz hale getirmektedir.
Kaynakça
-
Karatani, K. (2007). Derinliğin Keşfi: Japon Edebiyatının Kökenleri (Çev. D. Ç. Güven). Metis Yayınları.
-
Wittig, M. (2013). Straight Düşünce (Çev. L. S. Darıcıoğlu, P. Büyüktaş). Sel Yayınları.
-
Parker, I. (2021). Psikolojide Devrim: Yabancılaşmadan Özgürleşmeye (U. B. Gezgin, Çev.). Ayrıntı Yayınları.
-
Foucault, M. (2023). Cinselliğin Tarihi (H. U. Tanrıöver). Ayrıntı Yayınları.
-
Deleuze, G. & Guattari, F. (2016). Bin Yayla: Kapitalizm ve Şizofreni 2 (Çev. E. Sünter). Norgunk Yayıncılık.


