Pazartesi, Kasım 3, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Kaderin Görünmeyen Yüzü: Bilinçdışıyla Hesaplaşma

Kader mi, Bilinçdışının Yankısı mı?

İnsanın kader dediği şey, çoğu zaman kendi iç dünyasının gölgesidir. Carl Jung’un ifadesiyle, “Kişi bilinçdışının farkında olmazsa, ona kader der.”
Bu cümle yalnızca bir psikolojik tespit değil, aynı zamanda insanın kendine yabancılaşmasının özlü bir tarifidir.

Jung’a göre birey, bastırdığı duyguların, reddettiği arzuların ve tanımadığı yönlerinin esiri haline geldiğinde, hayatındaki tekrarları dışsal bir yazgı olarak yorumlar. Oysa bu “yazgı”, çoğunlukla kendi bilinçdışının sessiz ama güçlü bir yankısıdır.

Klasik düşünürler ve Henri Bergson, bilinçdışı kavramına farklı bir noktadan yaklaşır. Onlara göre “bilinçaltı” gizemli bir karanlık değil, unutulmuş ya da derinlere gömülmüş anıların toplamıdır.
İnsan bu anılara yeniden ulaşabilir; yeter ki zihinsel bir çaba göstersin. Yani unutmak, bir yok oluş değil, bir tür gömülmedir.

Hatırlama eylemi, bu gömülü katmanları yeniden gün yüzüne çıkarmaktır. Bu bakış açısında “bilinçaltı”, doğaüstü bir kuvvet değil, insan hafızasının derin bir uzantısıdır.

Bergson’a göre zaman çizgisel değil, süreklilik içinde akan bir deneyimdir; geçmiş bütünüyle kaybolmaz, sadece bilincin arkasında bekler. Bu nedenle insan, yeterli farkındalık geliştirdiğinde kendi geçmişine, hatta bastırdığını sandığı duygularına yeniden ulaşabilir.

Freud’un Bilinçdışına Yeni Bir Bakış

  1. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Sigmund Freud, bu felsefi yaklaşımdan farklı bir düzlemde yeni bir bakış açısı geliştirir.
    Artık mesele yalnızca hafızanın doğası değil, bastırılmış duyguların ve arzuların insan davranışlarını nasıl yönlendirdiğidir.

Freud, yaptığı klinik gözlemler sonucunda bilincin yalnızca yüzeydeki kısmı temsil ettiğini; asıl yönlendirici gücün ise bastırılmış arzular, yasaklanmış düşünceler ve travmatik anılardan oluşan “bilinçaltı” olduğunu öne sürer.

Ona göre insan çoğu zaman kendi davranışlarının nedenini bilmez; çünkü o nedenler, bilincin değil, bilinçaltının ürünüdür.
Bastırılmış bu içerikler bazen fiziksel bir hastalık, bazen de psikolojik bir araz olarak kendini gösterir.

Freud’un “kader nevrozu” adını verdiği durum da tam olarak budur:
Kişi farkında olmadan hep aynı acı verici döngüleri yeniden yaşar — aynı tip ilişkiler, benzer hayal kırıklıkları, tekrarlayan hatalar…
Sanki görünmez bir el hayatı yönetmektedir.
Oysa o el, bireyin kendi bilinçdışından başkası değildir.

Kendini Anlatmak: İyileşmenin Başlangıcı

Freud’un tedavi yöntemi, işte bu görünmez zinciri çözmeye dayanır.
Hastalarını konuşmaya teşvik ederek, bastırılmış anıların bilince çıkmasını sağlar.

Kişi travmatik deneyimlerini hatırlayıp dile getirdiğinde, onlara eşlik eden duygusal yük azalır. Bastırılmış olan bilinç düzeyine taşınır ve semptomlar kaybolur.
Bu süreç, insanın kendi iç labirentinde bir keşfe çıkması gibidir.

Freud’a göre özgürleşme, bastırılmış olanla yüzleşmekten geçer.
Bu yüzleşme kolay değildir; çünkü bilinçaltına inmek, kendi karanlığımızla göz göze gelmeyi gerektirir.
Ama tam da bu noktada dönüşüm başlar.
Kişi kendi geçmişiyle, acısıyla ve arzularıyla barıştığında, onları artık yöneten bir güç olmaktan çıkarır.

Kader mi, Seçim mi?

Bu noktada kader ve özgür irade arasındaki sınır bulanıklaşır.
Çünkü insan, kendi bilinçdışını tanımadığı sürece özgür değildir.

Dışarıdan bakıldığında seçim yaptığını sanır; oysa çoğu zaman seçen, kendisi değil, bilinçdışındaki bastırılmış itkileridir.

Bir kişi neden hep aynı tip insanları hayatına çeker?
Neden aynı yanlışları tekrarlamaktan kendini alamaz?

Bu soruların cevabı kaderde değil, kişinin kendi iç dünyasında gizlidir.
İnsan, geçmişte çözemediği duygusal düğümleri farklı yüzlerde, farklı olaylarda çözmeye çalışır.
Bu nedenle bazı hayat döngüleri tesadüf değil, bastırılmış duyguların yeniden sahneye konuluşudur.

Jung’un Bireyleşme Yolculuğu: Kaderin Yerine Sorumluluk

Jung’un da vurguladığı gibi, bilinçdışı fark edilmediğinde “kader” adını alır.
İnsan, kendi içindeki karanlıkla yüzleşmediği sürece, onu dış dünyada tekrar tekrar yaşar.

Bu anlamda kader, insanın kendine dair bilmediği yönlerinin dışsal bir yansımasıdır.
Kişi bastırılmış arzularını, korkularını ve geçmiş izlerini fark etmeye başladığında yaşamındaki döngüler çözülmeye başlar.

Çünkü farkındalık, kaderin yerini sorumluluğa bırakır.

Jung’un “bireyleşme” adını verdiği süreç tam da budur:
Kişinin kendi bilinçdışındaki gölgeleriyle tanışarak bütünleşmesi.
Bu bütünlük, hem özgür iradeyi mümkün kılar hem de insanın yaşamını anlamlı bir düzleme taşır.

Özgürlük, Farkındalık ve Dönüşüm

Özgür irade, işte bu noktada devreye girer.
İnsan, kendi bilinçdışını tanımaya başladıkça, seçimlerinin ardındaki görünmez dinamikleri de görür.

Artık tekrarlayan olaylar bir “kader cilvesi” değil, çözülmeyi bekleyen içsel bir hikâyedir.

Bir insan kimi ilişkileri neden seçtiğini, hangi korkuların yönlendirmesiyle hareket ettiğini, hangi alışkanlıklarda kendine güvenli bir alan yarattığını anlamaya başladığında; kader dediği zincirin halkaları gevşemeye başlar.

Çünkü farkındalık, insanı edilgen bir kurbandan, kendi yaşamının aktif öznesine dönüştürür.

Kaderi çözmenin yolu, onu şekillendiren iç dünyayı tanımaktan geçer.
Belki de kader, insanın henüz bilincine varmadığı yönleri tarafından sessizce çizilen bir yol haritasıdır.

Bu yolu okumayı öğrenen kişi, artık yazgısının sürüklediği bir figür değil, kendi yaşam öyküsünü bilinçle yeniden kurgulayan bir özne olur.

Jung ve Freud’un farklı yollarla vardıkları ortak sonuç şudur:
İnsan, kendi iç dünyasını bilmediği sürece özgür değildir.
Fakat bilincin ışığı, en karanlık gölgeleri bile görünür kıldığında, kader de artık değişebilir bir hikâyeye dönüşür.
Ve belki de gerçek özgürlük, o hikâyeyi yeniden yazma cesaretinde gizlidir.

Kaynakça

  • Bergson, H. (1911). Creative Evolution (A. Mitchell, Trans.). Henry Holt and Company. (Original work published 1907)

  • Freud, S. (1917). Introductory Lectures on Psycho-Analysis (J. Strachey, Ed. & Trans.). W. W. Norton & Company. (Original work published 1916–1917)

  • Jung, C. G. (1953). The Collected Works of C. G. Jung (R. F. C. Hull, Trans.; Vols. 1–20). Princeton University Press. (Original works published 1916–1952)

Sanem Oktan
Sanem Oktan
Sanem Oktan, Bahçeşehir Üniversitesi Psikoloji Bölümü 4. sınıf öğrencisidir. Lisans eğitimi süresince katıldığı çeşitli eğitim programları ve seminerlerle teorik altyapısını güçlendirmiş; farklı danışmanlık merkezleri ve kurumlarda gönüllü stajlar yaparak uygulamalı deneyim kazanmıştır. İnsan davranışlarını anlamaya yönelik ilgisi, onu sadece öğrenmeye değil, aynı zamanda üretmeye de yönlendirmiştir. Edindiği bilgi ve gözlemleri doğrultusunda yazılar yazarak toplumun ruh sağlığına katkı sunmayı amaçlamakta ve psikolojiyi daha erişilebilir kılmak adına aktif bir şekilde kendini geliştirmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar