“İnsanın karanlık yönüyle yüzleşmesi, gerçek aydınlanmanın başlangıcıdır.”
— Carl Gustav Jung
Bazı şeyler dışarıdan bakınca anlaşılmaz. İnsan kendi içinden geçmedikçe bazı duyguların ne anlama geldiğini tarif edemez. Herkesin hayatında zaman zaman susturduğu, ertelediği, görmezden geldiği yanlar olur. Bunlar bazen bir anıya gizlenir, bazen bir bakışa, bazen de yalnızca içimizde yankılanan bir his olarak kalır.
Biz onlara dokunmamayı tercih ederiz, çünkü orada karanlık bir şey olduğunu sanırız. Oysa belki de tam tersi: Orası, kendimizle en gerçek temas kurabileceğimiz yerdir.
İçimizde karanlık sandığımız bu bölgeye Carl Jung “gölge” der. Gölge, insanın kendine yakıştıramadığı ne varsa bastırdığı, bilinçdışına ittiği bir alan gibidir. Öfke, kıskançlık, korku, kontrol etmesi zor arzular…
Ama sadece “olumsuz” hisler değil; bazen çocukken bastırılmış bir hayal, bazen içten gelen ama dışarıya yakıştıramadığımız bir yönümüz de bu gölgenin içinde saklanır. Gölge, kötü değildir. Ama onu bastırdıkça karanlığa dönüşür.
Çünkü biz büyürken “iyi insan” olmayı, uyum sağlamayı, tepki vermemeyi öğreniriz. Toplumun, ailenin, öğretmenlerin istediği gibi davranmak için içimizdeki bazı yönleri saklamayı alışkanlık haline getiririz. Zamanla bu yönleri biz de unutmaya başlarız. Ve bir gün, kendimizi anlamlandıramadığımız bir huzursuzluğun içinde buluruz. Bazı duygular açıklanamaz olur. Kimi ilişkiler hep aynı yerden kırılır. Aynı döngülerin içinde dönüp dururuz. Oysa bu tekrarlar bize bir şey anlatmaya çalışır. İçimizde görmezden geldiğimiz bir yan, sonunda sesini duyurmak ister.
Peki bu sese nasıl kulak verebiliriz?
Gölgeyle yüzleşmek, insanın kendine dürüstçe bakabilmesiyle başlar. Bu kolay değildir. Çünkü çoğu zaman kendimizle ilgili görmek istemediğimiz şeyler vardır. Ama o yüzleşme başladığında, kendimizi suçlamadan, yargılamadan anlamaya çalıştığımızda bir dönüşüm başlar. Bu dönüşüm yavaş olur. Bazen içten içe, bazen küçük bir farkındalıkla. Ama insan artık kendine daha yakın hissetmeye başlar.
İçimizde bastırdığımız her şey, aynı zamanda bir potansiyel de taşır. Bastırılmış duygular öfke, arzu, korku fark edilip dönüştürüldüğünde içsel rehberlere dönüşebilir. Bastırılmış öfke, sınır çizemediğimiz yerlerde bize yol gösterebilir. Susturduğumuz arzular, yaşam enerjimizin kaynağı olabilir. Unutulmuş bir hayal, hâlâ içimizde bizi bekliyor olabilir.
Gölgeyle yüzleşmek, bunları fark etmek demektir. Ve insan kendi gölgesine bakabildiğinde, başkalarının karanlık yanlarına da daha anlayışla yaklaşır. Çünkü bilir ki herkesin içinde görünmeyen bir şeyler vardır. Empati böyle başlar.
Bu yazı, benim için tam da bu yüzden önemli. Çünkü kendi içimde gölgemle ilk karşılaştığım anı unutamıyorum. Sessizdi. Korkutucu değildi. Ama gerçekti. Ve o günden sonra, kendimi yalnızca güçlü ve güzel yanlarımla değil, kırılgan ve eksik yanlarımla da tanımaya başladım. Bu, bir özgürlük gibiydi. Başkalarının beni nasıl gördüğünden daha önemli bir yere gelmiştim: Kendime nasıl baktığım…
Gölgeyle yüzleşmek sadece psikolojik bir süreç değil, aynı zamanda ruhsal bir yolculuktur.
Kimi zaman bir kitapta okuduğumuz bir cümle, kimi zaman bir terapi seansı, bazen de sadece bir sessizlik anı bu süreci başlatabilir. Herkesin yolu farklıdır ama ortak olan şey, bu yolculuğun cesaret istemesidir. İçsel yüzleşme, insanı hem kırar hem dönüştürür.
İnsan kendiyle yüzleşmeye başladığında, dış dünyayla da daha açık ve gerçek bir bağ kurmaya başlar.
İnsanın kendi gölgesine bakabilmesi, yaşamda en sade ama en derin yüzleşmelerden biridir. Çünkü o gölgede sadece sakladıklarımız değil, aynı zamanda kim olduğumuz gizlidir. Ve belki de en çok oraya bakabildiğimizde, kendimizi gerçekten sevmeye başlayabiliriz.
“İyileşme, insanın kendisiyle yüzleşmeye cesaret etmesiyle başlar.”
— Irvin D. YaloM