Pazartesi, Ekim 20, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Ertelemenin Psikolojisi: Neden Başlamak Bu Kadar Zor?

“Yarın başlarım.”
Bu cümleyi hepimiz sayısız kez kurduk. Belki bir projeye, diyete, egzersize ya da uzun zamandır ertelediğimiz bir konuşmaya. Fakat ertesi gün geldiğinde aynı cümleyi yeniden söylerken buluruz kendimizi. Oysa ne yapmamız gerektiğini biliriz, hatta bazen planlarımız bile hazırdır. Ama bir türlü başlayamayız.

Erteleme, tembellikle karıştırılsa da psikolojik olarak çok daha karmaşık bir süreçtir. İnsan çoğu zaman istemediği için değil, başlamak ona fazla gelir diye erteler. Çünkü her başlangıç, beraberinde belirsizlik, hata yapma riski ve mükemmel olamama korkusu getirir. Ve zihin, rahatsız edici duygulardan kaçınmakta ustadır.

Ertelemenin Kökeninde Ne Var?

Psikolojik açıdan erteleme, davranışsal bir problemden çok, duygusal bir kaçınma biçimidir.
İnsan, kaçındığı duygulardan korunmak için eylemi erteler. Bir işe başlamak genellikle kaygı, başarısızlık korkusu, yetersizlik hissi veya kontrol kaybı gibi duygularla birlikte gelir. Bu duygulara maruz kalmak istemeyen beyin, kısa vadede rahatlama sağlayacak bir strateji geliştirir: “Sonra yaparım.”

Bu anlık rahatlama, tıpkı bir ödül gibi çalışır. Kaygı azalır, zihin geçici bir huzur hisseder. Ancak zaman geçtikçe yapılmayan iş büyür, baskı artar, suçluluk ve öz eleştiri devreye girer. Böylece kişi hem yapamadığı için kendine kızar hem de yeniden başlamaktan korkar. Bu kısır döngü, “erteleme paradoksu” olarak bilinir.

İşin özü, erteleme kısa vadede rahatlatır ama uzun vadede kaygıyı büyütür.

Mükemmeliyetçilik Tuzağı

Birçok insanın başlamasını engelleyen temel faktörlerden biri mükemmeliyetçiliktir.
“Mükemmel yapamayacaksam hiç başlamayayım” düşüncesi, zihin tarafından güvenli bir liman gibi görülür. Oysa bu liman, görünmez bir hapishaneye dönüşür.

Mükemmeliyetçilik, eyleme geçmeyi değil, hata yapmamayı ödüllendirir.
Birey, sürece değil sonuca odaklandığında, başlama eşiği giderek yükselir. Her şey mükemmel olana kadar bekler, ama hiçbir şey mükemmel olmaz. Bu durumda kişi, kendi gelişim sürecini “mükemmel olma” baskısı altında sabote eder.

Ertelemenin Duygusal Yükü

Erteleme yüzeyde bir zaman yönetimi sorunu gibi görünse de, özünde duygusal bir yükü taşıma biçimidir.
Çoğu zaman “yapmak istemiyorum” dediğimiz şeyin altında aslında “hata yapmaktan, yetersiz görünmekten veya hayal kırıklığına uğramaktan korkuyorum” duygusu vardır. İnsan, eylemi değil, eylemin yaratabileceği duyguyu erteler.

Erteleme anında zihin karmaşık bir denge kurar:
Bir yanda “bunu yapmalıyım” diyen mantıklı ses, diğer yanda “ya yapamazsam?” diyen kaygılı ses vardır. Bu iki ses arasındaki çatışma kişinin enerjisini tüketir. Beyin, bu gerginliği azaltmak için işi ertelemek gibi kısa vadeli bir çözüm bulur. Çünkü “şimdi değil” demek, o anki kaygıyı geçici olarak susturur.

Fakat bu geçici rahatlamanın bedeli ağırdır. Kısa süreli huzur, uzun vadeli suçlulukla yer değiştirir. Kişi her ertelediğinde içsel olarak iki mesaj alır:

  1. “Bir şeyi yine yapamadım.”

  2. “Demek ki gerçekten yeterli değilim.”

Bu mesajlar zamanla öz değer algısını zedeler. Kişi kendini başarısız hissettikçe yeniden denemeye cesareti azalır. Başlamadıkça suçluluk artar, suçluluk arttıkça erteleme davranışı güçlenir. Böylece bir tür duygusal kısır döngü oluşur: kişi hem yapmadığı için kendine kızar, hem de kaygısından kaçmak için yine erteler.

Bu noktada öz şefkat belirleyici bir faktör haline gelir. Araştırmalar, öz şefkat düzeyi yüksek bireylerin erteleme eğiliminin daha düşük olduğunu gösteriyor. Çünkü öz şefkat, hata yapma korkusunu yumuşatır. “Yapamazsam değersizim” düşüncesi yerine “Her denemede biraz daha öğreniyorum” yaklaşımı gelişir. Bu içsel esneklik, davranışa geçmenin duygusal maliyetini azaltır.

Bazı durumlarda ertelemenin kökeni çocukluk deneyimlerine kadar uzanır. Sürekli eleştirilen, mükemmel olmaya zorlanan veya başarısızlıkla cezalandırılan çocuklar, yetişkinlikte “başlamadan önce mükemmel olmalıyım” inancını geliştirirler. Bu içsel baskı, her adımı potansiyel bir tehdit haline getirir. Sonuç olarak kişi, başarısız olmamak için eyleme geçmemeyi tercih eder.

Sonuçta erteleme, yalnızca bir davranış değil, bir duygusal savunma mekanizmasıdır.
İnsan, yapması gerekeni değil; hissetmek istemediğini erteler.

Erteleme mi, Yoksa Dinlenmeye İhtiyaç mı?

Bazen ertelemek gerçekten tembellik ya da kaçınma değildir; zihnin ve bedenin sessiz bir yardım çağrısıdır. Uzun süredir aynı tempoda çalışan, sürekli üretmeye zorlanan biri için durmak da bir tür ihtiyaçtır.

Zihinsel yorgunluk arttığında, dikkat dağılır, motivasyon azalır ve hiçbir şey “başlamaya değer” gelmez.
Bu noktada yapılması gereken şey kendini yargılamak değil, bedenin ve zihnin sinyallerini duymaktır.

Gerçek bir ertelemede kişi, kaçındığı işi düşündükçe huzursuz olur;
oysa dinlenmeye ihtiyacı olan biri, dinlendikçe toparlandığını hisseder.

Aradaki fark suçluluk duygusundadır.
Ertelemede suçluluk büyürken, dinlenmede şefkat vardır.

Kendimize şu soruyu sormak bu ayrımı netleştirir:
“Gerçekten kaçıyor muyum, yoksa toparlanmaya mı ihtiyacım var?”
Çoğu zaman yanıt, ertelemenin değil, tükenmişliğin içinde gizlidir.

Ertelemeyi Nasıl Azaltabiliriz?

Ertelemenin döngüsünü kırmak, disiplinle değil farkındalıkla başlar.
İlk adım, ertelediğimiz davranışın ardındaki duyguyu fark etmektir.
“Yapmak istemiyorum” demek yerine, “bu işe başlamak bana ne hissettiriyor?” sorusunu sormak gerekir. Çoğu zaman yanıt şudur: kaygı, yetersizlik, hata korkusu.
Duyguyu tanımak, davranışı yönetmenin ilk adımıdır.

  1. Küçük Başlangıçlar Yapmak:
    Zihin büyük hedeflerden korkar, ama küçük adımları tolere eder. “Sadece beş dakika” kuralıyla başlamak, beyni tehdit algısından çıkarır. Çünkü çoğu zaman başlamak, işin en zor kısmıdır.

  2. Sürece Odaklanmak:
    Sonuca değil, sürece odaklanmak motivasyonu artırır. Mükemmel bir sonuç yerine, “her gün biraz ilerlemek” fikri daha sürdürülebilirdir.

  3. Kendine Şefkat Göstermek:
    Erteleme sonrası duyulan suçluluk, yeniden başlama isteğini zayıflatır. Bunun yerine “yine erteledim, ama bu insan olmaktan bir parça” demek, içsel baskıyı azaltır. Şefkatli bir iç ses, sürdürülebilir motivasyon yaratır.

  4. Duygusal Düzenleme Becerilerini Güçlendirmek:
    Araştırmalar, duygularını düzenleyebilen bireylerin ertelemeye daha az eğilimli olduğunu gösteriyor. Çünkü bu kişiler rahatsız edici duygularla kalabiliyor; kaçmak yerine onları yönetmeyi seçiyorlar.

  5. Destek Almak:
    Bazı durumlarda erteleme kronikleşir ve kişinin yaşam işlevselliğini etkiler. Böyle durumlarda bir uzmandan psikolojik destek almak, altında yatan öz değer problemleri, kaygı bozuklukları ya da depresif eğilimleri ele almak açısından önemlidir.

Sonuç

Erteleme, irade zayıflığı değil, duygusal bir tepkidir.
İnsan, yapması gerekeni bilmesine rağmen başlayamıyorsa, bu çoğu zaman tembellikten değil, kaygı, korku veya öz eleştiriden korunma çabasıdır.

Kendimize biraz daha şefkatle yaklaştığımızda, başlangıçlar da daha kolay hale gelir.
Çünkü mükemmel olmayı değil, denemeyi seçtiğimizde, zihin savunmaya değil gelişime yönelir.

Unutmayın, başlamanın en zor kısmı ilk adımdır.
O adımı attığınız anda, erteleme artık geçmişte kalır.
Ve belki de tam o anda fark edersiniz ki:
Mükemmel bir başlangıç değil, samimi bir adım her zaman yeterlidir.

Nurşah Şule Eda Kalkan
Nurşah Şule Eda Kalkan
Lisans eğitimini Atılım Üniversitesi’nde İngilizce eğitim diliyle ve onur öğrencisi olarak tamamlayan Psikolog Nurşah Şule Eda Kalkan, şu anda Ufuk Üniversitesi’nde psikoloji yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. Yetişkinlerle bireysel psikoterapi ve çiftlerle danışmanlık süreçlerinde çalışmaktadır. Yeme Bozuklukları Akademisi’nden psikodiyet psikoloğu olarak mezun olan Kalkan, Hürol Fışıloğlu’ndan Aile ve Evlilik Terapisi eğitimi almış; bunun yanı sıra ileri düzey Bilişsel Davranışçı Terapi, Kabul ve Kararlılık Terapisi, Hipnoz ve İmge Terapi gibi pek çok alanda profesyonel eğitimlerini tamamlamıştır. Akademik süreçleri boyunca çeşitli seminerler ve gönüllü saha deneyimleriyle mesleki gelişimini zenginleştirmiştir. Sosyal medya platformlarında psikoloji içerikleri paylaşarak daha geniş kitlelere ulaşmayı ve toplumsal farkındalığı artırmayı hedefleyen Kalkan, Psychology Times Türkiye’deki yazılarıyla da psikolojinin hem teorik hem pratik boyutlarını okuyucularla buluşturmayı amaçlamaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar