Cinsellik, belki de en çok konuşulan ama bir o kadar da dürüst olunmayan tabu olarak günümüzde yer alıyor. Pornolarda ya da filmlerin cinsel sahnelerinde görülen o şehvetli ve tutkulu anları belgeleyen görsellerin içine kendimizi yerleştirir ve yeterliliğimizi onlarla yarıştırırız. Anda ki haza odaklanmak yerine pozisyon ve duruşların üzerine daha çok kafa yorar, belki de bu sebeple mutlu sona ulaşmakta zorluk yaşayabiliriz. Partnerimizin bizden beklentisi ya da bizlerin onlara sunmak istediği estetik kaygılara odaklanırken, cinsellik dünyasının en keyif verici anlarını kaçırırız. Bu, bir sahne performansına, bir başka deyişle gösteri şovuna dönüşür. Kıvrımlarımızın estetik duruşu, çıkarılan seslerin maskülenliği ya da feminenliği bizim hazzımızdan daha kıymetli bir noktaya varır.
Bazen dile getirilmeyen “İyi miydim?”, “Yeterli miydim?”, “Tekrarı olacak mı?” soruları, ulaşılamayan orgazma ruhani yorgunluk olarak eşlik eder. İlk gece sendromları, “orgazma ulaştırmalıyım”, sertleşme ve ıslanma gibi fizyolojik tepkilerin fırsat buldukça denetlenmeye çalışılması… Pornografik anlatıların çizdiği haritalar, toplumsal kodlarla şekillenen kalıplar ya da eski deneyimlerin yüküyle değil; anın içindeki arzuyla, güvenle ve açık iletişimle yön bulabiliriz.
Cinsellikte İç Ses ve İletişimsizlik
Cinselliği iyileştirmek adına en çok soru partnere değil, maalesef iç sese sorulur. Konuş(a)madıklarımızın akıl okumacılığa sürüklemesiyle birlikte çok kıymetli olan bileşenlerden uzaklaşmaya başlarız. Cinselliğe eşlik eden tutku, heyecan, arzu, şehvet; penetrasyonun ötesinde bir bağ kurma haliyle anlam kazanır. Çünkü cinsellik yalnızca bedensel bir birleşme değil, duygusal bir senkron ve psikolojik bir temastır. Bazen bir bakışla başlar, bir güven hissiyle derinleşir, bir içsel rahatlıkla tamamlanır. Bedensel uyumun ötesinde; “anlaşıldım”, “görüldüm”, “istendim” gibi duygularla örülür. O anın içindeyken sadece bir şey yapmazsınız, bir şey hissedersiniz. Ve hissedilen şey, çoğu zaman dokunuşun kendisinden daha kalıcı izler bırakır.
Cinsellik deneyimi doyurucu olduğunda, bunu belirleyen şey pozisyonlar, süre ya da teknikler değil; bireylerin kendilerini ne kadar güvende hissettiğidir. Çünkü güvenin olmadığı bir zeminde beden gevşemez, zihin durmaz, performansa saplanır, temas kuruyormuş gibi yapar ama içinde daima bir eksiklik hissiyle kalır. Oysa ki cinsellik, sadece iki bedenin değil; iki ruhun ve iki dünyanın bir an için 0 noktasında buluşmasıdır. 0 noktasında ne bir kaygı vardır ne de bir korku. O an orada hissedilen yakınlık çıplaklıkla değil, bir kelimeyle, bir bakışla, bir suskunlukta hissedilir. Cinsellik, sadece arzunun değil; kendini bırakabilmenin, teslim olabilmenin ve sınırlarını paylaşabilmenin güzelliğiyle zenginleşir. Tüm bunların mümkün olabilmesi içinse bir başka kişinin gözünün içine güvenle bakabilmek gerekir. Çünkü gerçek şehvet, korkusuzluktan doğar.
Cinsellikte Derinlik Arayışı
Bazen iki beden birbirine dokunuyor; tanımadan, bağ kurmadan, sadece arzunun çağrısına kulak vererek. Bu tür cinsellikte çoğu zaman tensel bir boşalma yaşansa da, o derinlik, o “temas ettim” hissi eksik kalabiliyor. İçeride bir yer sanki tam doymuyor. Bir şey olmuş gibi ama tamamlanmamış gibi… Çünkü evet, seks her zaman aşkla yapılmaz. Ama duygusal bir güven, bir bağ hissi olmadığında; cinsellik bazen sadece bir eylem, bir ritüel gibi yaşanabiliyor. Oysa hissetmek isteyen varlıklar yalnızca tenine değil, içine de değilsin ister. Çünkü o eksik kalan hissin, o tamamlanmamışlığın ardında yalnızca bağsızlık değil; çoğu zaman toplumsal beklentilerin üzerlerine yüklediği roller de vardır.
Toplumsal Roller ve Cinsellik
Cinselliği bir his alanından çıkarıp, bir başarıya ya da role indirgediğimizde; kendimiz olmaktan uzaklaşırız. Hissedememenin, tamamlanamamanın sebeplerinden biri de budur aslında: Kendimiz gibi olamadan, bir başkasına temas etmeye çalışmak. Toplumsal roller de kadın “fazla istekli” görünmemeli, erkek “her zaman hazır ve güçlü” olmalı gibi korku ve kaygı oluşturan kalıplar, kişilerin kendiliklerinden uzaklaşmalarına neden olur. Bu da gerçek arzunun değil, öğrenilmiş cinselliğin mikrofonu ele almasına yol açar. Halbuki herkesin arzusu, ritmi, ihtiyacı, sınırı kendine hastır ve cinselliğin öznel bir deneyimden ibaret olduğunu unutmamak gerekir. Bu kalıplar, bireylerin içsel sesini bastırmasına, kendilerini başkasının gözünden izleyerek yaşamalarına yol açar. Oysa cinsellik, bir yarış ya da beklentiler sahnesi değil; özlemin ve bağ kurma isteğinin doğal bir ifadesidir.
Cinsellikte Gerçeklik ve Özgürlük
Cinsellik, kusursuz olma çabasıyla değil; gerçek olma cesaretiyle derinleşir. Haz, sadece bedensel bir doruk değil; duygusal bir buluşmadır. Kendinle kurduğun temas ne kadar şefkatliyse, başkasıyla kurduğun temas da o kadar doyurucu olur. Bu yüzden cinsellik bir teknik değil; bir içsel alan, bir karşılaşmadır. Sınırların konuşulduğu, arzuların utançsızca paylaşıldığı, bedenin olduğu haliyle kabul gördüğü bir alanda, özgürlük yeşerir ve orada, performans değil samimiyet kalır geriye.
Kendiniz olarak var olup, “ben buradayım” diyebilmeniz dileğiyle…