Carl Gustav Jung Kimdir?
Analitik psikoloji kuramının öncüsü olan Jung, psikoloji alanındaki önemli düşünürlerden biridir. İsviçre’de yalnız ve içedönük bir çocukluk geçiren Jung, üniversitedeki tıp eğitimini Basel’de tamamlamıştır. İlk dönemlerinde Freud’un etkisinde kalmış ve hatta yazılarını okuması için ona göndermiştir. Freud ise bu yakınlaşmanın üzerine Jung’u Viyana’ya davet etmiştir. On üç saat süren bir konuşmanın ardından Freud’un önerisi ile Jung, Uluslararası Psikanaliz Derneği’nin ilk başkanı olmuştur. Zaman geçtikçe Freud’un görüşlerinden bağımsız ve özgürce çalışarak kendi analitik kuramını oluşturan Jung, Freud’la bağlarını koparmış ve insanı anlamanın ve problemlerini çözebilmenin temel yolunun ‘ruhu anlamak’ olduğunu ileri sürmüştür. Ve hayatı boyunca da insan ruhunun derinliklerine odaklanarak psikoloji alanına ‘bilinç, kişisel bilinçdışı, kompleksler, kolektif bilinç dışı, arketipler’ gibi birden fazla önemli kavramı kazandırmıştır.
Modern hayattan uzak yaşayan topluluklar üzerinde incelemelerde bulunmak için dünyanın farklı yerlerine yolculuk yapan Jung, kolektif bilinç dışı ve bu kavramın bilinçle ilişkisini ve kişilerin ruhsal gelişimlerini araştırmıştır. “Bilincin tüm işlevleri bilinçdışında önceden hazır bulunur. Bilinçdışında da bilinçten farksız olarak güdüler, öngörüler, duygular ve düşünceler yer almaktadır.” (Jung 2016a: 33) diyen Jung’un görüşleri, bilinçdışının insan ruhunu anlama noktasında daha kapsamlı olabileceği görüşünü ortaya çıkarmaktadır.
Hayatının son zamanlarında ise geçirmiş olduğu kalp krizi sebebiyle dini temalara ağırlık vererek; zıtların gizemi, birleşmeleri, soyutluğu, insan bilincinin kozmik önemi, simya gibi konulara odaklanmıştır.
Arketip Kavramı
Psikoloji literatürüne Jung tarafından kazandırılan arketip kavramını incelemeden önce onunla yakından ilişkili olan kolektif bilinç dışı kavramına değinmek istiyorum. Kolektif bilinç dışı, kişisel deneyimlerden uzak bir şekilde doğuştan insanlarda var olan ve tüm insanlara özgü psikolojik yapıların bulunduğu bilinçdışı bir katmandır. Jung’a göre bu yapı, insanlığın var oluşundan bu yana şekillenmiş ruhsal deneyimlerin birikimidir. Nasıl tarih boyunca genetik kodlar insanlar aracılığıyla taşınmış ise ‘ruhsal kodlar’ olarak tanımlayabileceğimiz kolektif bilinç dışı kavramı da tarih boyunca taşınmıştır.
İnsanlığın mirası olan bu kavram, bilinçli zihnin erişemediği ama insan yaşamını derinden etkileyen bir bilinçdışı katmandır. Jung’a göre arketipler aracılığıyla kendini gösteren kolektif bilinç dışını tanımak ve onun içindeki arketiplerle yüzleşmek gerekir çünkü o zaman insan gerçekten insan olabilir ve ‘gerçek bir bireyleşme’ görülebilir. Aksi halde insan kendisi olmaktan çıkar, toplumun bir kopyası haline gelir.
Yunanca “arkhetypos” kavramından türeyen arketip, nesilden nesile devam eden ve evrensel bir özellik taşıyan imgeler, karakterler ya da kalıplardır. Bu kalıplar, kültürden kültüre değişkenlik gösterse bile özleri hemen hemen aynıdır. Arketiplerin etkileri insanın yaşamı boyunca karşılaşmış olduğu farklı olaylarda bile kendini gösterir. Örneğin, birbiriyle bağı olmayan toplulukların başına gelmiş bir felaket olayında insanların benzer tepkiler göstermesi ve hemen bir kahraman figürünün ortaya çıkması veya her toplumda yol gösteren bilge bir kişinin olması gerçek hayatta yer edinmiş arketip örnekleridir.
Jung’a göre arketip kavramı, varlığı en uzak geçmişe dayanan ilk görsellerdir ve insan deneyiminin özüdür. Bu yüzden insanın davranışlarını şekillendirmede önemli bir yer teşkil eder. Jung özellikle bazı arketipleri insan kişiliğinde çok önemli bir rol oynaması sebebiyle farklı bir yere koyar. Bunlar: Persona, Gölge, Anima ve Animustur. Bu arketipleri ayrıntılı bir şekilde incelemek faydalı olacaktır. İlk olarak persona arketipinden başlayalım.
Persona
Maksatlı benimsenen tutum olarak tanımlanan persona, Antik dönemde oyuncuların taktıkları maskenin adı olarak bilinmektedir. Bu maskeyle özdeşleşen insana, bireyin karşıtı anlamında persona denir (Jung, 2016b: 56). Daha sade bir şekilde tanımlayacak olursak, topluma gösterdiğimiz sosyal rollerimizle şekillenen yüzümüzdür. Bu her zaman gerçeği yansıtmayabilir ve gerçek benliğimizi gizleyebilir. Örneğin, kendi iç aleminde kırılgan ve hassas olan bir baba figürünün aile ortamına girdiğinde bu duygularını açığa çıkaracak bir şey yapmamaya çalışması ve hep güçlü görünmek istemesi gibi.
Gölge
Gölge arketipi, bireyin kabul etmek istemediği, bastırdığı ya da farkında bile olmadığı karanlık gizli yönlerini temsil eder. Jung’un kişiliğin olumsuz bir yanı olarak tanımladığı gölge kavramı; kıskançlık, öfke, arzular, korkular, nefret, hırs gibi duyguları barındırır. Küçük yaşlardan itibaren aile, okul, toplum gibi ortamlarda sık sık karşılaşılan bazı kalıplaşmış ifadeler ve davranışlar gölge oluşumunu destekler ve bireyin kabul etmek istemediği yönlerini bastırmasına sebep olur.
Kişinin karakterine yansıma, rüyalar veya semboller gibi farklı şekillerde ortaya çıkabilen gölge arketipi günlük hayatta çok sık karşılaşılan bir olgudur. Örneğin, “Ben asla yalan söylemem” diyen bir kişi aslında içinde var olan savunma amaçlı yalan söyleme kapasitesini bastırıyor demektir. Veyahut “Gülen insanlara tahammül edemiyorum.” diyen bir insanın aslında iç dünyasında gülmeye çok ihtiyacı olduğunu ve o duygusunu bastırdığını söyleyebiliriz.
“Gölgenizi bilinçli hale getirmezseniz, sizin ‘kaderiniz’ olur ve siz ona ‘kader’ dersiniz.” – Carl Jung
Anima ve Animus
Kişilerin içedönük taraflarını erkeklerde anima arketipi, kadınlarda animus arketipi tanımlamaktadır. Anima ve animus arketipi, ruhun tamamlayıcı karşı cinsiyetini ortaya çıkarmakta, ben ve bilinçdışının bireyin iç yaşamında dengesini sağlamaktadır. Bu arketipler ile ruhun hem kişisel tepki vermesi sağlanırken hem de karşıt cinsiyetin bireydeki yaşantısının yansımaları sergilenmektedir (Jung, 2006: 72, 73).
Anima ve animus arketipleri, bireyin kendisini derinlemesine tanımasına yardımcı olurken, bireyin içsel dengesini bulma yönüyle de hayati öneme sahiptir. Bu yüzden sahip olduğumuz anima ve animus arketiplerinin farkına varmalı ve kendimizle olan ilişkimizi pekiştirmeliyiz.
Bu yazıyı son olarak Carl Jung’un çok sevdiğim bir sözü ile bitirmek istiyorum:
“Bilinç, bilinçaltı ruhun gecikmiş bir filizidir.” – Carl Gustav Jung
Kaynakça
Kavut, S. (2020). Carl Gustav Jung: Kavramları, kuramları ve düşünce yapısı üzerine bir inceleme. Uluslararası Kültürel ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 6(2), 681-695.
Jung, C. G. (2011). İnsan ruhuna yöneliş (Engin Büyükinal, çev.) [12. baskı, 2016]. Say Yayınları.