Bazen hiçbir şey söylemeden de çok şey anlatır insan. Geceleri fark etmeden sıktığımız dişler, belki de gündüz dile getiremediğimiz duyguların bir yoludur. Her şey yolundaymış gibi görünen bir hayatın içinde, bazı duygular sessizce bedenimize sızar. Sabahları baş ağrısıyla uyanmak, çene bölgesinde gerilme hissetmek ya da zamanla dişlerde aşınma… Bunlar sadece fizyolojik belirtiler değil. Aynı zamanda bir iç sıkışmasının, bir şeyleri hep içine atmanın, bir türlü kendine bile tam olarak itiraf edemediğin duyguların işaretidir. Ve bazen bu sinyaller o kadar derinden gelir ki, kişi kendi bedeninden gelen bu mesajları fark etmeden yıllarını geçirebilir.
Bruksizm bir şikayet değil sadece, bir sinyaldir. Kiminle konuşamadın? Hangi sözcükleri yuttun? Kimin karşısında öfkeni yuttun, sessizce kabul ettin? Kim seni dinlemedi de sen sustun? Bu soruların her biri, bastırılan bir duyguların peşinden gitmek için birer davettir. Çünkü beden, dile gelmeyen her şeyi kaydeder. Ve zamanı geldiğinde, bunları ifade etmenin yollarını arar.
Genelde sebep olarak “stres” gösterilir. Evet, ama hangi stres? Günlük hayatın koşturmacası mı sadece? Yoksa bir süredir duygularını ifade edemediğin ilişkiler mi? Evdeki dengeyi bozmamak adına yutulan sözler mi? Sürekli güçlü, anlayışlı ya da ‘sakin’ olmaya çalışmanın yükü mü? Bu sorular, yüzeydeki “stres” tanımının ötesine geçmek için bir anahtardır. Çünkü her stres aynı değildir. Kimisi yapıcıdır, kimisi ise içe işlemiş bastırmaların, kırılmaların birikmiş yüküdür.
Çünkü bazen sessizlik bir tercih değil, mecburiyettir. Küçüklüğünde öfke göstermek yasaklanmış olabilir. Kırgınlıklarını dile getirmek zayıflık sayılmış olabilir. Bu yüzden şimdi, bir tartışma çıkmasın diye sustuğunda, aslında çocukluktan taşıdığın ezberler devreye giriyor olabilir. Ve bu ezberler seni geceleri uykusunda bile tetikte tutan bir çene kasına dönüştürebilir. Yani bugün gösterdiğin birçok davranış, geçmişte öğrendiğin korunma yollarının günümüze taşınmış halidir.
Bruksizm (evet, teknik adı bu) bazen sadece bir semptomdur. Ama çoğu zaman derin bir öyküdür. Bedenimiz, bizimle konuşmanın yollarını arar. Diş sıkmak da o yollardan biridir. Gündüz ‘mış gibi’ yaşarken, gece gerçek duygular açığa çıkar. Bir şeyler yolunda gitmiyor olabilir. Bir ilişkilerde süzülüp alttan alttan akan ihmal, anlaşılmama, üzerimize fazladan sorumluluk yüklenmek, hep toparlayan kişi olmak… Bunlar zamanla vücuda yansır. Çünkü vücut, görmezden gelinen her duyguları bir gün dile getirmenin yolunu bulur.
İlişkilerde kurduğun rollerin ağırlığı, duygularını içine gömmek yerine kendini ifade edememek beden diline sızar. Ve ruhun yorgunluğu çoğu zaman kelimelerle dökülemediği için, bir yerden kendini dışa vurmanın yolunu düşünür. Bu dışavurum çoğu zaman gece olur. Çünkü gündüz rol yapan zihin, gece sessiz kaldığında bedenin gerçeği açığa çıkar.
Belki de bu yüzden çözüm, sadece fiziksel müdahalelerde değildir. Evet, gece plağı dişleri koruyabilir. Ama seni değil. Seni koruyacak olan, duygularını fark etmek, hislerini tanımak ve ilişkilerdeki ezber döngüleri çözmektir. Asıl iyileşme, plağın ardına gizlenen duygularla yüzleştiğinde başlar. Bu, bazen acı verici olsa da şifa tam da orada saklıdır.
Çünkü dişlerin sıkılıyor, belki de “güçlü” olma illüzyonunu seçtiğin içindir. O yüzden bu davranışın kökenine inmek, sadece kasları değil anlamı da çözmek; “Neden hep böyle hissediyorum?” diye sormayı gerektirir. Bu sorular, seni hem kendine hem geçmişine yaklaştırır. Ve belki de ilk kez, gerçekten duyulmuş hissetmenin yolunu açar.
Kendine alan açmak, “Ben iyiyim” demeden önce gerçekten iyileşmek. Ve en önemlisi, duygularını taşıyacak sağlıklı bir ilişkiler ağı örmek. Çünkü iyileşme sadece bireysel değil, aynı zamanda ilişkiseldir. Bağ kurmak, anlaşılmak ve görünmek insanı tamamlar. Çünkü bazen çözüm, gece sessizce diş sıkmamak için, gündüz birkaç kelime edebilmektir. O kelimeler, belki de uzun süredir içinde tuttuğun, ağızdan çıkınca hafifleyeceğin cümlelerdir.
Bruksizm, bir beden hissi olabilir ama ilişkisel bir hikâyenin sonucu. Belki de artık o hikâyeye başka bir son yazmanın zamanı gelmiştir. Çünkü aynı kalıplarla devam eden bir ilişkiler döngüsünde beden hep aynı tepkiyi verecektir. Ancak sen o döngüyü fark ettiğinde bir şeyler değişmeye başlar.
Bu öykü kimi zaman erken çocuklukta başlar. “Sesini çıkarma”, “Ağlama”, “Abla ol, idare et”, “Yetişkinler konuşurken çocuklar susar” gibi içselleştirdiğimiz kalıplar, yetişkinlikte duygulara yer bırakmayan bir iç düzen yaratır. Ve bu düzen içinde bir şeylerin ifade edilmemesi, bastırılması, görmezden gelinmesi artık olağan hale gelir. Sonra bir bakmışız, iç sesimiz bile bizi duymuyor.
İç sesin susması, aslında en derin yalnızlıklardan biridir. Çünkü o ses sustuğunda, kimsenin duymadığı bir sessizlik başlar. Duygusal bastırma davranışı, sadece zihinsel değil, bedensel bir bedel de ödetir. Gerginlik, yorgunluk, huzursuzluk… Ve tüm bu birikim gece uyurken bile devam eder. Vücut, bilinç dışı yollarla da olsa kendini ifade etmeye çalışır.
Her bastırılan duygular bir yerde birikmeye devam eder. Ve bu birikim, bir gün çene kasında, başka bir gün mide ağrısında kendini hatırlatır. İlişkilerde “idare eden”, “öncelik veren”, “feda eden” roller, çoğunlukla karşılıksız kaldığında ya da içten içe bir dengesizlik yarattığında dişlerin arasında sıkışır. İçten içe kırıldığımızda ama bunu dile getiremediğimizde çene kaslarımız devreye girer. Ve bu döngü devam ettikçe, bedende gerginlik azalmaz. Çünkü duygular dışa çıkmadıkça, içeride daha çok sıkışır.
Ve işte bu yüzden, bruksizm bir ağız sağlığı problemi olmanın ötesinde, bir yaşam biçiminin ve ilişkiler biçiminin yansıması olabilir. “Nasılsın?” sorusuna “İyiyim” cevabını verirken içimizdeki gerçek ses “Çok yorgunum” diyorsa, bunu birinin duyması gerekir. Çünkü ancak duyuldukça, gerçek anlamda rahatlayabiliriz. Ve ancak o zaman bedenimiz de gevşemeye başlar.
Çözüm, bedenin mesajını ciddiye almaktan geçer. O mesaj, sadece bir kas kasılması değil; bastırılmış duyguların, rol çatışmalarının, sınır ihlallerinin ve görülmemiş ihtiyaçların sesidir. Bu sesi duymazdan gelmek, bir süreliğine mümkün olabilir. Ama beden bir gün daha yüksek sesle konuşur.
Kendine şu soruyu sormaktan çekinme:
“Ben ne zamandır kendimi tutuyorum?”
“Ne zamandır bir şey demiyorum?”
“Kimin yanında konuşmayı bıraktım?”
Bu sorular, geçmişten bugüne uzanan zincirini fark etmeni sağlar. Ve o zinciri kırmak, ancak farkındalıkla mümkündür. Bunlar cevapları kolay olmayan ama iyileşme yolculuğunu başlatan sorulardır. Çünkü çözüm, sadece gece plağında değil. Asıl çözüm, gündüz kendine temas ettiğinde, gece de rahatlayan bir bedenle gelir.
Gerçek temas, kişinin önce kendi iç dünyasıyla kurduğu ilişkilerden başlar. Orası sağlam olduğunda, dışarıyla kurulan her bağ da daha sağlıklı olur. Unutma, çene kasların susmaz. Ne zaman ki sen kendine kulak verir, bastırılan duygularınla yüzleşir, eski rollerini fark edip yeni sınırlar çizersin, işte o zaman bedenin de rahat bir nefes almaya başlar. Ve o nefes, sadece fizyolojik değil, duygusal bir ferahlığın da habercisidir.
Kendinle ve diğerleriyle gerçek, açık ve sağlıklı bağlar kurduğunda, bedeninin de gece sessizliğe değil, dinginliğe kavuşacağını hatırla. Çünkü bazı sıkışmalar, bir gece plağıyla değil, bir yaşam dönüşümüyle çözülür.