Bundan birkaç yıl önce ilk arabamı aldığım gün “şehir içinde kullanacaksın, çok yakmasın” diyerek sürüş modunu “eko” seçmiştik. O zaman otomobillerle ilgili çok bir şey bilmiyordum ve çok sorgulamadan olduğu gibi kullanmaya başladım ve çok memnundum. Aradan birkaç yıl geçti ve sürüş becerilerimi geliştirdikçe yavaş yavaş yakın şehirlere gitmek üzere arabamı uzun yollarda kullanmaya başladım. Ama arabamda bir sorun vardı. Gaz pedalını ne kadar köklesem de asla yeterince gaz yemiyor, hızı otoyol için yetersiz kalıyor, Bolu’nun tünelini bile tırmanamıyor ve deli gibi bağırıyordu. Oysa motor gücü gibi teknik özellikleri çok iyiydi ve mevcut durum normal değildi. “Bu arabada büyük bir sorun var” diye düşündüm ve İstanbul’daki teknik servisleri tek tek gezmeye başladım. Aracın diğer parçalarında sorun bulunamadıkça problemin çözülemeyecek kadar büyük olduğunu düşünmeye başlamıştım. En sonunda şanzımanda problem olduğuna karar verildi ve Ankara’da işinin ehli bir şanzıman ustasına başvurdum. Aracımı bir sürü teste tabi tuttuktan sonra usta beni yanına çağırdı. Sağ koltuğa oturdum, ekrandan sürüş modu sekmesine girdi ve “bu arabayı yıllardır eko’da unutmuşsun, bu mod uzun yola uygun değil” dedi. Tek tuşla modu “sport”a aldı ve sorun tık diye çözüldü.
Bir Psikoloji Hikâyesi: Semptomun İşlevi
Bir psikoloji dergisinde bu hikâyenin ne işi var, diye düşünebilirsiniz ama yukarıda anlatılan her şey semptomun işlevini anlamak için bir metafor.
Terapi odasına ilk kez gelmiş kişilerden en sık duyulan cümle “artık böyle olmak istemiyorum”dur.
- “Çok konuşuyorum, susturamıyorum kendimi.”
- “Sürekli herkesi memnun etme ihtiyacı hissediyorum.”
- “Kimseye tam olarak güvenemiyorum.”
İnsanı terapiye, kendisiyle ilgili nefret ettiği, razı olmadığı bir özelliği getirir. Biz bu zorlayıcı davranışlara semptom deriz. Danışan bunları birer kusur gibi taşır; değiştirilmesi, silinmesi gereken lekeler gibi görür. Oysa terapist için bu kelimeler birer izdir; geçmişten bugüne taşınan bir hikâyenin sonucunda oluşmuş örüntülerdir bunlar.
Çocukluktan Gelen Semptomlar
Kişinin hikâyesine daha yakından ve bütüncül baktığımızda her zaman şunu görürüz: Bugün kendimizle ilgili nefret ettiğimiz bu kişilik özellikleri bir tercihten değil, zorunluluktan doğmuştur. İnsan zihni, özellikle çocuklukta maruz kaldığı muameleye ve travmatik koşullara dayanabilmek için zekice yollar bulur. Örneğin, çok konuşmaktan şikayetçi olan birinin çocukluğunda çokça ihmal edildiğini ve duyulmak için böyle bir semptom geliştirdiğini görürüz. Veya herkesi memnun etmekten şikayetçi kişinin çocuklukta sevgiyi kaybetmemek ve terk edilmemek için bir strateji olarak kendini feda etmeyi öğrendiğini görürüz. İnsanlara karşı güvensiz olan kişinin geçmişinde defalarca kez hayal kırıklığına uğradığını ve kendisini koruyacak figürler olmadığı için bir önlem olarak sürekli tetikte olmayı öğrendiğini görürüz.
Bugün şikayet ettiğimiz bu özellikler, geçmişte bizi hayatta tutmuştur. O yüzden hiçbir semptomu düşmanca ve tamamen işlevsiz görerek ele almaz, bugünkü bağlam içinde değerlendirmeyi önemseriz.
Çocukluk ve Psikolojik Teoriler
Bowlby’nin bağlanma kuramı, Winnicott çocuklukta oluşan psikolojik yapıların çevresel koşullara göre biçimlendiğini kanıtlar. Winnicott’un “gerçek kendilik” ve “sahte benlik” kavramları ya da daha güncel olarak Siegel’in nöroplastisite teorisi de bu görüşü destekler. Çocuklukta ağladığında annesinin suratının asıldığını gören çocuk, büyüdükçe kendi duygularına yabancılaşır. Bir süre sonra bu savunma mekanizması sorun hâline gelir. Kişiyi terapiye getiren, bu mekanizmanın işlevini kaybettiğini fark etmesidir.
Terapide Değişim Süreci
Terapide yalnızca bugünü çalışmayız. Semptom, geçmişin sesidir. İşlevsiz görünen birçok davranış, bir dönemin işlevsel savunmasıdır. Değişim, bu fark edişle başlar. Danışan, kendisinden utandığı o özelliğin bir zamanlar nasıl işlevsel olduğunu fark ettiğinde, “neden böyleyim, bende bir problem var” diyen yargılayıcı iç ses çözülmeye başlar. Problemini hayat hikâyesinin bir parçası olarak gören kişi, “Bu, bir zamanlar beni hayatta tuttu, minnettarım. Ama artık bu özelliğim bana zarar veriyor. Hayatımda aynı koşullar geçerli değil, geçmişin etkilerinden kurtulacağım” der. Ve kişi, bugünün ihtiyaçlarına uygun yeni bir yol inşa edebilir.
Araba Metaforu ve Semptomun Anlamı
Şimdi baştaki araba metaforunu daha iyi anlamlandırabiliriz. Şehir içinde kullanım için son derece işlevsel olan bir mod, uzun yol kullanımı için arabada büyük bir sorun olduğunu düşündürecek kadar yetersiz kalabilir. Zaman geçtikçe ihtiyaçlar değişir ve hikâyenin başındaki alışkanlıkları hatırlayıp mevcut bağlamdaki ihtiyaçlara yönelik olarak değiştirmeye niyet etmek gerekir. Bazen cevap, gözümüzün önünde küçücük bir tuşa basmak kadar basittir.
Sonuç: Semptomlara Kulak Vermek
Hiçbir özellik durduk yere ortaya çıkmaz. Her birinin ardında bir bağlam, bir hikâye, bir çocukluk vardır. Terapide biz bu hikâyeye dokunuruz. Değişim, kendimizle savaşarak değil; kendimize anlayış göstererek başlar.
Çünkü bir zamanlar seni hayatta tutan şey… Bugün seni yaralıyor olabilir. Ama o da senin bir parçan. Ve o parçayı dönüştürmenin ilk adımı ona düşman olmak değil, ona kulak vermektir.