Perşembe, Nisan 24, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Bir Şey Olmadı, En Çok da Bu Acıttı

Şiddet, hayatımızdan uzak tutmaya çalışsak bile hepimizin yaşamının çok içinden bir kavram. Elbette yalnızca fiziksel şiddet değil, psikolojik şiddet de bunun büyük bir parçası. Bugün, şiddetin psikolojik boyutundaki farklı bir kavrama eğilmek istiyorum: görülmemek.

Yediden yetmişe; ilkokuldaki bir öğrencinin arkadaşları tarafından alay konusu olmasından tutun, küçük bir çocuğun ismiyle dalga geçilmesine kadar… Bir ortaokul öğrencisinin sırayla okunan bir metinde sıra ona gelecek diye yaşadığı o endişeyi hatırlayın. Bir kelimeyi yanlış telaffuz ederse, yalnızca arkadaşlarından değil, belki öğretmeninden bile göreceği psikolojik baskıyı hayal edin. Bu şekilde yavaş yavaş hayatımıza dahil olan şiddet, bir noktada kesilmiyor maalesef. Biz büyüdükçe bizimle gelişmeye devam ediyor; yöntemini veya şeklini değiştiriyor ama orada kalmaya devam ediyor. Kaç yaşına gelirsek gelelim; aile içerisinde maruz kaldığımız ama ailemiz üzülmesin diye sessiz kaldığımız o yakıcı yerilmeler… Belki ailemizden başlayan, belki de yakın ilişkilerimizde tecrübe ettiğimiz sürekli başkalarıyla kıyaslanma hali ve bunun yaşattığı yetersizlik hissi… Aslında baktığımızda iş hayatımızda patronumuzun davranışları bile birer şiddet biçimine dönüşebilir. Hepimizin aklına mutlaka hayatımızdan gördüğümüz ya da duyduğumuz örnekler gelmiştir.

Peki ya Göremediklerimiz? Duymadıklarımız?

Şiddetten bahsederken genellikle bize yapılanlara odaklanır, onları fark ederiz. Peki ya yapılmayanlar? Hiçbir temas olmasa, hiçbir kötü söze ya da bakışa maruz kalmasak… Yine de yara almamız mümkün olur mu?

Cevap kesinlikle evet olmalı. Çünkü şiddet sadece varlığımıza yönelmez; bazen yok sayılmamız da bir görünmezliğe terk edilme biçimidir. Görülmeyen, duyulmayan ve en kötüsü de buna uzun süre maruz kalan bireyler için zamanla alışılan bu durum, kişiye hem fikirlerinin hem de hislerinin değersiz olduğu bir iç dünya oluşturur. Dahası, bu şekilde varlığının önemsiz olduğu duygusunu da pekiştirir.

Görülmemenin Psikolojik Etkileri

Zamanla bu duruma alışan bireylerin yüzüne genellikle bir mutluluk maskesi yapışır. Bu da bir sorun olsa bile görülmeyeceğine ve duyulmayacağına alışmış olmanın oldukça belirgin bir sonucudur. Bu kişiler duygularını ve düşüncelerini gün yüzüne çıkartmak istemezler; çünkü bunu yapsalar bile başkaları tarafından görülmeyeceklerine ve önemsenmeyeceklerine inanırlar. Bu umutsuzluk öyle içlerine işler ki, bir süre sonra artık kişinin korkusu “görülmemek” olmaktan çıkar; kişi bu defa görülmekten korkar hale gelir.

Çünkü bireyin uzun süre boyunca duygusal varlığı tanınmadığında, iç dünyasında bastırılmış ve adlandırılmamış pek çok parça birikir. Bu parçalar çoğu zaman sessiz kalır; çünkü tanınmamış bir benlik, kendisini ifade etmenin güvenli olduğunu hissedemez. Ancak bir başkası tarafından gerçekten görüldüğü bir an, tüm bastırılmış olanların uyanmasına neden olabilir. Görülmek, bireyin sadece o andaki varlığını değil, geçmişte hiç görünmeyen yanlarını da harekete geçirebilir. Görülmeme üzerinden inşa edilen savunmalar birdenbire işlevini yitirir. Ve bu noktada kişi yalnızca “görülmekten” değil, görülürse hatırlamaktan korkmaya başlar. Çünkü görüldüğü o an, o bakışta, unutulmuş tüm benlik parçaları çağrılır.

Dolayısıyla, “görülmemek” yalnızca bir deneyim olmaktan çıkar, psikolojik bir süreç haline gelir. Bu süreç, literatürde farklı konularla birlikte birçok kez ele alınmıştır.

Psikolojik Kuramlar Işığında Görülmemek

Bir örnek vermek gerekirse, Honneth’in Tanınma Kuramı bu konuda karşımıza çıkan en önemli yaklaşımlardan biridir. Honneth, bireylerin yalnızca ekonomik değil, duygusal düzeyde de tanınmaya ihtiyaç duyduğunu öne sürer. Ona göre görülmemek, bireyde yalnızca sosyal dışlanmaya değil, aynı zamanda benlik bütünlüğü kaybına yol açar. Böylece, birey zamanla kendi iç sesini bile duyamaz hale gelir (Honneth, 1996).

Winnicott’a baktığımızda ise daha da çocukluğumuza ineriz. Ona göre birey, çocukluk döneminde duygusal olarak yeterince tanınmadığında, kendi özgün varlığını bastırarak çevresinin onayına göre şekillenen bir sahte benlik geliştirmek zorunda kalabilir (Winnicott, 1965). Bu da kişinin kendisinin görülmediği hissine yol açmaz mı? Hatta belki kişinin kendisinin bile kendisini görememesine?

Kohut’un perspektifinden baktığımızda ise bireyin sağlıklı bir benlik duygusu geliştirebilmesi için çevresindeki önemli kişiler tarafından duygularının yansıtılması ve duygusal ihtiyaçlarının görülmesi gerektiği anlatılır (Kohut, 1977).

Bu yaklaşımlara rağmen, bu bağlantıyı kurabilmek için en temelimize ve en savunmasız anımıza inerek Bowlby’nin Bağlanma Kuramı’na bakmak yeterli olabilir. Bowlby’ye göre, bireyin erken dönemde bakımveren ile kurduğu duygusal bağ, yaşam boyu sürecek olan ilişkisel örüntülerin temelini oluşturur (Bowlby, 1988). Peki ya bakımveren ile, annesiyle, babasıyla bağ kuramamış ve onlar tarafından görülmemiş bir birey, bu görünmezlik hissini hayatı boyunca içinde taşımaz mı?

Görülmemek: Bir Psikolojik Yara

Baktığımızda bu psikoloji kuramları, bireyin duygusal olarak tanınmasının yalnızca bir lüks değil, sağlıklı bir benlik gelişimi için temel bir ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Winnicott’un sahte benlik kavramı, Honneth’in tanınma kuramı, Kohut’un kendilik ihtiyaçları ya da Bowlby’nin bağlanma modeli… Hepsi aynı noktaya işaret ediyor: Görülmemek, sadece bir burukluk değil, zamanla kişinin benliğini içten içe parçalayan ve kişinin içinde kendisiyle ilgili bir şeyleri öldüren bir yastır aslında.

Ancak insan yalnızca unutularak silinmez; görülerek yeniden hatırlanabilir. Bazen bir bakış, içten bir temas, sözler olmadan anlaşılmak, belki de bir tebessüm, yıllarca taşınan görünmezliği bir anda yıkabilir. Görülmek, sadece fark edilmek değil; içte saklı kalmış tüm parçaların çağrılmasıdır. Bu yüzden bize gerçekten bakıldığında yalnızca o anki halimizle değil; tüm geçmişimiz ve hissettiklerimizle birlikte yeniden var oluruz.

Sonuç: Görülmek, Yeniden Var Olmaktır

Ve bu görüldüğümüz an, küçük ama güçlüdür. Bireyin yeniden var olmasının, kendine doğru yavaşça dönmesinin başlangıcı olabilir. Belki de bu yüzden hâlâ buradayız. Yazıyoruz, okuyoruz ve anlatıyoruz, paylaşıyoruz. Bir yerde, birinin bizi gerçekten görmesini umut ederek.

Belki bu yazı, o kişiyle aramızdaki ilk bakış olur.

Belki bu kez, görülmek tam da ihtiyacın olan şeydir.

Kaynakça

  • Bowlby, J. (1988). A secure base: Parent-child attachment and healthy human development. Basic Books.  
  • Honneth, A. (1996). The struggle for recognition: The moral grammar of social conflicts. MIT Press.  
  • Kohut, H. (1977). The restoration of the self. International Universities Press.  
  • Winnicott, D. W. (1965). The maturational processes and the facilitating environment: Studies in the theory of emotional development. Hogarth Press.

3 YORUMLAR

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar