Bazen hayatımıza biri girer, her şey o kadar yolunda gider ki içimizden “işte bu sefer oldu” deriz.
Her şey uyum içindedir: anlayış, sevgi, paylaşım, hatta sessizlik bile güzeldir.
Ama tam da bu huzurun ortasında, karşımızdaki kişiden beklenmedik cümleler duyarız:
“Sen bir gün beni terk edeceksin.”
“Ben yalnız kalacağım, hissediyorum.”
“Bir gün benden gideceksin, biliyorum.”
İlk başta anlam veremeyiz.
Ortada bir tartışma yoktur, bir problem yoktur — hatta tam tersine, her şey oldukça iyidir.
Ama bu cümleleri duyduğumuzda içimizde bir şey sarsılır.
Çünkü bu sözler yalnızca korkudan ibaret değildir; çocukluktan bugüne taşınan bir inancın yankısıdır.
Bu ay, bir danışanımın hikayesinden yola çıkarak bu konuyu ele almak istedim.
Çünkü bu tür cümleler, yalnızca “ilişki kaygısı” değil, aynı zamanda kaygılı bağlanma stilinin sessiz çığlığıdır.
Bağlanma Stilleri: Hepimizin Hikayesi
Bir insanın sevgiyi nasıl gösterdiği, nasıl yakınlaştığı, nasıl korunduğu — hatta nasıl uzaklaştığı — çocukluğunda öğrendikleriyle ilgilidir.
Bir bebek, dünyayı ilk kez annesinin kucağında, babasının sesinde, bakım verenin göz temasında tanır.
O ilk deneyimler, “güvende miyim, sevilmeye değer miyim?” sorularının cevabını sessizce yazar zihnimize.
Ve o cevap, büyüdüğümüzde kurduğumuz tüm ilişkilerin görünmeyen haritası olur.
Psikolojide bu ilişki biçimleri bağlanma stilleri olarak adlandırılır.
Dört temel bağlanma stili vardır ve her biri, yetişkinlikteki ilişkilerimizin perde arkasını oluşturur:
-
Güvenli bağlanma: Bu kişiler yakınlıktan korkmaz, duygusal denge kurabilirler. Sevgiye ve sevilebilirliğe inanırlar. Hem kendilerine hem de partnerlerine güven duyarlar.
-
Kaygılı bağlanma: Terk edilme korkusu yoğundur. Sevginin sürekliliğine inanmakta zorlanırlar. “Beni seviyor musun?” sorusunun cevabını sözlerde değil, davranışlarda defalarca kanıtlamak isterler.
-
Kaçıngan bağlanma: Yakınlık onları tedirgin eder. Duygusal açıklıkta zorlanır, kendilerini korumak için mesafe koyarlar. “Kimseden bir şey beklememeliyim.” düşüncesi baskındır.
-
Kaygılı–Kaçıngan (karma) bağlanma: Hem sevilmek isterler hem de sevgiden korkarlar. Yaklaştıkça geri çekilir, uzaklaştıkça özlerler. Bu çelişki, ilişkilerinde sürekli gelgitler yaratır.
Bu bağlanma stillerinin hiçbiri “iyi” ya da “kötü” değildir; hepsi bir dönemin hayatta kalma stratejisidir.
Ama bazıları, özellikle de kaygılı bağlanma, yetişkinlikte bizi tekrar eden duygusal döngülere hapseder.
Kendimizi hep aynı hikayenin farklı kişilerle yaşandığı ilişkilerde buluruz.
Terk Edilme Korkusunun İçinde Yaşamak
Kaygılı bağlanmaya sahip bireylerin dünyası, sürekli bir kaybetme ihtimaliyle çevrilidir.
Her şey yolundayken bile bir köşede “bir şey olacak” hissi vardır.
Sevgi gösterileri bile bir güven arayışına dönüşür:
“Beni gerçekten istiyor musun?”
“Beni unutmazsın değil mi?”
Bu kişiler için en zor olan şey, ilişkide rahat edebilmektir.
Çünkü içsel olarak hep tetiktedirler — kötü bir şey olmadan önce onu fark etmek, kontrol altına almak isterler.
Aslında bu, bir savunma mekanizmasıdır: “Eğer terk edileceğimi önceden hissedersem, en azından hazırlıklı olurum.”
Ama bu hazırlıklı olma hâli, farkında olmadan ilişkiyi yıpratır.
Sürekli test etmek, sürekli onay beklemek, küçük şeyleri büyütmek…
Ve sonunda en çok korktukları şey olur: partner uzaklaşır.
Oysa bu bir “kehanet” değil, korkunun kendini gerçekleştirmesidir.
Kırılma Noktası
Kaygılı bağlanan kişiler, genellikle bir “varış noktası” belirlerler.
Zihinlerinde bir dönüm noktası vardır:
“Eğer benimle evlenirse artık gitmez.”
“Eğer çocuk sahibi olursak, beni asla bırakmaz.”
“Ailesi beni tanırsa, tamamen bana ait olur.”
Bu noktaya gelene kadar ilişkide tüm dikkatleri partnerlerindedir.
İlgi, sevgi, sahiplenme — hepsi kaybetme korkusunu bastırmak içindir.
Ama o “varış noktası” gerçekleştiğinde, yani kaygının temeli ortadan kalktığında… bir şey olur.
Kaygı biter, ama o kaygının üzerine kurdukları duygusal enerji de biter.
Birden uzaklaşırlar, soğurlar, değişirler.
Bu noktada partnerin aklında tek bir soru kalır:
“Bir şey oldu ama ne oldu, anlamıyorum.”
Aslında olan şey, kaygının işlevini yitirmesidir.
Artık terk edilme ihtimali “kontrol altındadır.”
Kaygı yok olunca ilişkiyi sürükleyen duygusal dinamik de kaybolur.
Bunun nedeni sevgisizlik değil, sevginin kaygıyla karıştırılmasıdır.
Kaygılı bağlanan insanlar kötü niyetli değildir.
Sadece sevilmeye inanmakta zorlanırlar.
Sevgiye ihtiyaç duyarlar ama aynı anda o sevgiyi kaybetme korkusuyla yaşarlar.
Bu, ilişkilerde hem kendilerini hem partnerlerini yoran bir döngüye dönüşür.
Bu döngünün kırılması için ilk adım, farkındalıktır.
İlişki içinde sürekli “beni bırakacak” düşüncesi dönüyorsa, bu düşüncenin altında geçmişin yankıları vardır.
Bu yankılarla baş etmekse, genellikle terapi desteği gerektirir.
Çünkü kaygılı bağlanma yalnızca ilişkide değil, hayatın her alanında kendini gösterir — işte, arkadaşlıklarda, hatta kendimizle ilişkimizde bile.
Ve bu kalıbın farkına varmak, sadece ilişkiyi değil, insanın bütün yaşamını dönüştürür.
Eğer hayatınızdaki biri sık sık “beni bir gün terk edeceksin” diyorsa, belki de kızmadan önce şu soruyu sormak gerekir:
“Acaba o, geçmişte birinin gerçekten terk ettiği çocuk mu?”
Ve eğer siz bu satırları okurken kendi içinizde bir yankı hissediyorsanız, belki de o küçük çocuğu duyma zamanıdır.
Çünkü sevgi, korkuyla değil, güvenle büyür.
Gelecek sayımızda, kaçıngan bağlanma stiline sahip kişilerin neden duygusal olarak uzak göründüklerini ve aslında bu mesafeyle neyi korumaya çalıştıklarını konuşacağız.