Bazı zamanlarda neyi neden yaptığımızı anlayamayız. Zihnimizin içinde dönüp duran düşünceler, boğazımıza düğümlenen bir cümle gibi sıkışıp kalır. Bu düşünceler kimi zaman bizi derinleştirir kimi zaman da içimizde görünmeyen kırılmalara yol açar. Ardından gelen ani tepkilerimizle de kendimize yabancılaşırız. Çünkü yalnızca yüzeyde görünen davranışlara odaklanırız oysaki görünenin ardında çok daha derin bir hikâye vardır.
İnsan davranışlarını bir buzdağına benzetirsek, suyun üstünde kalan kısım yalnızca sergilenen davranışlardır. Asıl yapı ise suyun altında yer alan ve çoğu zaman farkında bile olmadığımız duygusal kalıplarda gizlidir. Bu yapı özellikle 0–5 yaş aralığında şekillenir. Çevremizden aldığımız tepkiler bize kim olabileceğimizi ya da kim olamayacağımızı fısıldar. Zamanla bu fısıltılar zihnimizde yer eder, “davranış şemaları” dediğimiz otomatik yanıt sistemlerine dönüşür. Bu şemalar; kimi zaman duygularımızı bastırmamıza kimi zaman abartılı tepkiler vermemize bazen de yetersizlik duygularıyla boğuşmamıza neden olur. Ancak kişi kendi iç dünyasının farkına vardığında bu görünmeyen yapıyı çözümlemeye başlar ve işte o zaman gerçek bir dönüşüm kapısı aralanır.
Duyguların Doğası: Bastırılan Hislerin Sessizliği
Duygular, zihnin kurgusu değil; bedenin fısıltılarıdır. Kalbin hızla atması, boğazın düğümlenmesi, kelimelerin dilimizde takılı kalması, bir anda uzaklaşma isteği… Bunlar yalnızca anlık fiziksel tepkiler değil, aynı zamanda ruhsal birer sinyaldir. Ancak pek çoğumuz bu sinyalleri görmezden geliriz. Çünkü duygularla yüzleşmek, bastırdığımız benliğimizle karşılaşmak anlamına gelir. Bu yüzden çoğu zaman öfkeyi, korkuyu hatta bazen mutluluğu bile bastırmayı seçeriz.
Fakat bastırılan hiçbir duygu yok olmaz yalnızca biçim değiştirir. Sessizliğe gömülen duygular zamanla davranışlarımızı, ilişkilerimizi ve hatta bedenimizi etkiler. Ekman (1992), duyguların yalnızca düşünsel değil, biyolojik ve evrimsel temellere dayandığını vurgular. Bu da bastırılan her duygunun bedensel bir yankısı olduğu ve bizden sonraki nesillere aktarıldığını gösterir. Bu yüzden gün içinde kendimize ayıracağımız birkaç dakika; iç sesimizi dinlemek, hissettiklerimizi tanımaya çalışmak hem zihinsel hem de bedensel sağlığımız açısından faydalı olabilir.
Bilinmeyen Duyguların Tanımı
Duygular; tanımlanması zor, karmaşık içsel yaşantılardır. William James (1890) duyguların bedenle ilişkisini açıklayan bilim insanlarından biri olmuş ve temel duygular arasında korku, keder, aşk ve öfkeyi sıralamıştır. Ekman’ın (1992) bu listeye iğrenme, mutluluk ve şaşkınlık gibi duyguları eklemesiyle temel duyguların sınıflandırılması daha da kategorileşmiştir.
Ancak bilimsel çalışmalar, duyguların yalnızca birkaç kategoriye indirgenemeyeceğini göstermektedir. Keltner ve Cowen (2017) tarafından yürütülen büyük çaplı bir çalışmada, 2.000’den fazla duygusal içerikli video kullanılarak 27 farklı duygu tanımlanmıştır. Bu duygu yelpazesinde hayranlık, estetik beğeni, kafa karışıklığı, kıskançlık, empatik acı ve zafer gibi daha önce tanımlanmamış duygular da yer almaktadır. Buna rağmen gündelik yaşantımızda çoğu zaman hissettiklerimizi doğru tanımlayamayız. Plutchik (1980), bu belirsizliğin duygusal tepkilerimizi nasıl yönlendirdiğini açıklamış; duyguların bir “tekerlek” şeklinde organize olduğunu ve her duygunun bir başka duyguyla bağlantılı olduğunu belirtmiştir.
Duygularla Yüzleşme Cesareti
Duygularımız, davranışlarımızın hem kökeni hem de sonucudur. Bastırılmış ya da tanımlanamamış duygular zamanla bizi kendimize yabancılaştırır. Bu yabancılaşma, davranışlarımızı anlamlandıramadığımız bir karmaşaya dönüştürür. Duygularımızı anlamlandırmak ve isimlendirmek hem bireysel farkındalık hem de duygusal sağlık açısından önemli bir adımdır. Çünkü insan yalnızca anlamlandırdığı şeyi dönüştürebilir.
Bu yazımda duyguların yalnızca hissedilen anlık tepkiler değil, davranışlarımızı şekillendiren köklü yapılar olduğunu vurgulamak istedim. Duygularla yüzleşmek cesaret ister çünkü kimse bastırılmış acılarla, ertelenmiş sevinçlerle karşılaşmak istemez. Fakat insan ancak kendine dürüstçe baktığında dönüşebilir. Kendimize şu soruyu sormak, duygusal farkındalığın ilk adımı olabilir: Ben şu an … hissediyorum çünkü…” Basit gibi görünen bu cümle aslında duygusal farkındalığın ve iyileşmenin en güçlü adımı olacaktır. Çünkü tanımlanan duygu, anlam kazanır. Anlamlandırılan duyguysa baş edilebilir hâle gelir. Belki de en önemlisi, duygularımızın farkında olarak yaşamak bizi gerçek yaşamla tanıştırır.
KAYNAKÇA
Ekman, P. (1992). An argument for basic emotions. Cognition & Emotion, 6(3–4), 169–200. https://doi.org/10.1080/02699939208411068
Izard, C. E. (1992). Basic emotions, relations among emotions, and emotion-cognition relations. Psychological Review, 99(3), 561–565. https://doi.org/10.1037/0033-295X.99.3.561
James, W. (1890). The Principles of Psychology (Vol. 1). Henry Holt and Company.
Keltner, D., & Cowen, A. S. (2017). Self-report captures 27 distinct categories of emotion bridged by continuous gradients. Proceedings of the National Academy of Sciences, 114(38), E7900–E7909. https://doi.org/10.1073/pnas.1702247114
Plutchik, R. (1980). A general psychoevolutionary theory of emotion. In R. Plutchik & H. Kellerman (Eds.), Emotion: Theory, Research, and Experience (Vol. 1, pp. 3–33). Academic Press.
Tomkins, S. S. (1962). Affect, Imagery, Consciousness: The Positive Affects (Vol. 1). Springer Publishing Company.


