Cumartesi, Mayıs 24, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Kalbimizin Oyunu: İmkânsız Olan Daha Mı Kıymetli?

Aşk, insan psikolojisinin belki de en büyüleyici ve en karmaşık duygularından biridir. Pek çok kişi için aşk; birlikte olmak, kavuşmak ve bir ilişkiyi paylaşmakla tanımlanır. Ancak yaşanmışlıklar, danışan deneyimleri ve psikolojik gözlemler gösteriyor ki aşk her zaman kavuşmakla sonuçlanmaz. Bazen derin hisler, hiçbir zaman yaşanamamış, dile getirilememiş ya da başından itibaren imkânsızlığıyla bilinen kişilere yönelir. Bu da bizi şu soruya götürür: İmkânsız aşklar gerçekten daha mı kıymetlidir?

İmkânsız aşklar, çoğu zaman sadece karşı tarafın ulaşılamaz oluşuyla değil, bizim iç dünyamızda taşıdığımız ihtiyaçlarla da şekillenir. Psikolojide bu durumun altında yatan temel dinamiklerden biri pekiştirme kuramıdır. Özellikle düzensiz ya da belirsiz pekiştirme, yani sevgi ya da ilginin ne zaman ve nasıl geleceğinin kestirilememesi, kişide daha güçlü bir bağ ve arzu yaratır. Ulaşılması zor biri, ara ara gösterdiği olumlu sinyallerle zihnimizde bir ödül algısı yaratır. Bu ödülü her an alabileceğimiz düşüncesi, kişiyi bağımlılığa benzer bir şekilde bağlar. Beyin bu süreçte dopamin salgılar; yani kişi hem umutla hem de heyecanla tetiklenir.

Bu durum çoğu zaman sadece o kişiye duyulan aşk değil, aynı zamanda duygusal olarak tetiklenen bir alışkanlık hâline gelir. Bu yüzden birçok insan, elinde olan sağlıklı ve erişilebilir ilişkilere heyecan duymadığını, buna karşın peşinden koştuğu, kendisini görmezden gelen ya da mesafe koyan kişiye karşı yoğun hisler geliştirdiğini fark eder. Bir danışanım şöyle demişti: “O bana her zaman mesafeliydi, ama arada bir gülümsediğinde içimde bir şeyler kıpırdıyordu. Sanki o küçücük sinyalin peşinden aylarca sürüklenmeye değerdi.”

Bu çelişkiyi anlamak için çocukluk dönemine ve bireyin bağlanma geçmişine bakmak gerekir. Güvenli bağlanma geliştiremeyen kişiler, yetişkinlikte yoğun yakınlık korkusu yaşayabilir. Bu korku, kişiyi farkında olmadan “ulaşılmaz” partnerlere çeker. Çünkü bu kişilerle gerçek bir yakınlık kurulamayacağından, reddedilme ya da duygusal yaralanma riski de ortadan kalkar.

Bir başka psikolojik dinamik ise bilişsel çelişkidir. Kişi, çok çaba harcadığı bir ilişkinin değerli olduğuna kendini ikna eder. “Bu kadar uğraşıyorsam, demek ki bu kişi çok önemli,” düşüncesi, duyguların gerçekliğinden çok, harcanan emeğin büyüklüğüne dayanır. Bu da duygusal körlüğe yol açabilir. Kimi zaman da “Ben onu iyileştirebilirim, beni tanırsa değişir,” gibi kurtarıcı fanteziler devreye girer. Oysa bir insan ancak kendi isteği ve içsel gücüyle değişebilir. Bu çaba çoğunlukla hayal kırıklığıyla sonuçlanır.

İmkânsız aşklar aynı zamanda kişinin özlem duygusunu da sürekli besler. Ulaşılmayan birine duyulan his, zamanla gerçek bir ilişkiyi aşan, hayali ve idealize bir forma dönüşebilir. Çünkü hayal kırıklığı yaşanmaz, eksikler görülmez ve her şey zihinde mükemmelleştirilir. Bu durum hem kişisel gelişimi hem de sağlıklı ilişki kurma kapasitesini zayıflatabilir.

Oysa gerçek aşk, sadece tutkulu hislerden ibaret değildir. Sağlıklı bir ilişkide sevgi, karşılıklılık, güven ve açıklık vardır. Evet, bu tür ilişkiler ilk başta daha sakin, hatta bazen sıradan görünebilir. Ancak zamanla ruhsal olarak besleyen, destekleyen ve kişiyi büyüten asıl bağlar, bu tür sağlıklı ilişkilerde kurulur. Aşkın heyecanı kadar huzuru da önemlidir. Ulaşılabilir olanı küçümsemek, çoğu zaman kişinin kendi içsel yaralarına temas etmekten kaçma biçimidir.

Sonuç

Aşk her zaman kavuşmakla bitmez, bazen arzuyla, özlemle, korkuyla ve kaçınmayla şekillenir. İmkânsız aşkları istemek; çocuklukta oluşan bağlanma stillerimizden, yetişkinlikteki korkularımıza kadar birçok dinamikle örülüdür. Kalbimiz bize oyunlar oynar; ulaşılmaz olana daha çok değer biçeriz. Ama gerçek olan şudur ki, aşk yalnızca hayalini kurduğumuz değil, aynı zamanda yaşayabildiğimizdir. Bu nedenle zaman zaman kendimize durup “Bu ilişki beni gerçekten mutlu ediyor mu?” diye sormak, duygusal sağlığımız için hayati önem taşır. Unutmamalıyız ki, kendimizi sevmeden başkasıyla sağlıklı bir ilişki kurmak oldukça zordur ve bu süreç sabır gerektirir.

Kendimizi daha iyi tanımak, hangi duygularla hareket ettiğimizi sorgulamak ve kendi iç dünyamıza dürüstçe bakmak; hem duygusal farkındalığımızı artırır hem de sağlıklı ilişkilere kapı aralar. Gerçek aşk, erişilebilir olandır. Ve bazen en büyük olgunluk, hayal yerine gerçeği seçebilmektir. Çünkü ancak böylece hem kendimizi hem de karşımızdakini tam anlamıyla sevebiliriz.

Hande Aksoy
Hande Aksoy
Hande Aksoy, psikoloji lisans eğitimini tamamladıktan sonra insan zihnini ve davranışlarını anlamaya yönelik çeşitli alanlarda çalışmalar yürütmüştür. Bilişsel Davranışçı Terapi, çocuk psikolojisi ve ilişki dinamikleri üzerine eğitimler almış; çocuk, ergen ve yetişkinlerle farklı yaş gruplarına yönelik deneyimler edinmiştir. Psikolojiyi yaşamın her alanına temas eden bir rehber olarak gören Hande, bireylerin içsel dünyalarını keşfetmelerine ve psikolojik iyi oluşlarını desteklemelerine katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Mesleki gelişimini eğitim ve süpervizyonlarla sürdürmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar