Taksim 1 Mayıs 1977. Uzun yıllardır kutlanamayan, işçinin yıllardır bastırılan sesinin çığlığa dönüştüğü bir bayramın kutlandığı bir gündü. O gün aynı zamanda işçi sınıfının sesini duyurmasının ne kadar zor olduğunu anladığımız acı dolu gündü. Taksim Meydanı’nda toplanan 500 bin kişi, o gün işçilerin karşılaştıkları eşitsizlikleri ve işçi haklarını savunmak için birlik olup, mücadelenin en saf halini gösterdiler. Karşılaşılan şiddet bireysel olarak kişilerde travma oluşturduğu gibi toplumda da korku ve bastırılmış duyguları açığa çıkardı. O gün yıllar sonra Kanlı 1 Mayıs olarak toplumsal bellekte bir yaraya dönüştü. İnsanların haksızlığa karşı çıkma direncini kırarak insanları umutsuzluğa itti. Kanlı 1 Mayıs yıllar önceydi, ancak bugünkü tabloya baktığımızda, işçinin emeğinin karşılığının sadece para olmadığını; kaliteli yaşam ve iş güvenliği taleplerini dile getirme mücadelesinin hâlâ sürdüğünü görüyoruz. O yüzdendir ki her sene kutlanan 1 Mayıs’ı yalnızca tarihsel ve sosyolojik bir olay olarak değil, aynı zamanda psikolojik bir kırılma ve direnç anı olarak da ele almak gerekir. Çünkü her bastırılmış talep, bastırılmış bir duyguyu; her direnç ise kişinin geleceğe olan umudunu temsil eder. Bu yüzden 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı psikolojik ve sosyolojik bir olgu olarak incelemek önemlidir.
Toplumsal Bellek ve Toplumsal Travmalar
Toplumlar anılarını ve acılarını gelecek nesillerle de paylaşırlar. 1 Mayıs kutlamalarında süre gelen kısıtlanmalar ve şiddet, sadece o anları yaşayanları değil aynı zamanda toplumu ve gelecek nesilleri de yaralamıştır. Bu durum kolektif bellek terimiyle açıklanabilmektedir. Halbwachs (aktaran Üçer, 2024) ve Schudson’a (2007) göre, bireysel bir bellekten söz etmek mümkün değildir; çünkü insanlar doğaları gereği sosyal varlıklardır ve bellekleri içinde bulundukları toplumsal çevre tarafından şekillendirilir. İnsan zihninin arka planı, aslında bireysel deneyimlerden çok, içine doğulan kültür ve normlardan oluşur. Bu nedenle geçmişte yaşanan travmalar, yalnızca kişisel değil; kolektif bir hafızanın ve kimliğin parçası haline gelir. Bu kolektif belleğin somutlaştığı yerler ve simgeler ise, toplumsal bellekin hem taşıyıcısı hem de yeniden üretildiği mekânlar olarak önem kazanır. Kolektif bellek bazı alanlara ve bazı fiziksel nesnelere bağlı kalabilmektedir. Toplumsal olayların yaşandığı fiziksel alanlar, belli olayların izlerini hâlâ taşımaktadır ve yaşanan olaya bir nevi geri dönmeyi temsil eder (Çavdar, 2017). Bu bağlamda 1 Mayıs emekçi için, Taksim Meydanı ise 1 Mayıs için sembolik bir önem taşımaktadır. Toplumsal bellekte büyük bir parçası hatırlamaktan geçmektedir. Dünya’nın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de Kanlı 1 Mayıs gibi yaşanan trajedilerin üstü örtülmeye ve unutturulmaya çalışılmıştır. Fakat Kanlı 1 Mayıs’tan sonra 1 Mayıs’ın kutlanması yasaklanmış olsa dahi yıllar boyu işçiler tarafından polis müdahalesi pahasına kutlanmıştır. Polis baskısı, birçok kişinin bu kutlamalara katılma cesaretini kırmıştır. 2003’te 8 saatlik iş günü uygulamasının kaldırılması, iş güvenliğinin gitgide azalması, devletin işyerlerinde denetiminin azalması ile işçiler umutsuzluğa sürüklenmiştir (Topak, 2015). Kendi bayramını yaratarak tarih sahnesine çıkan işçi sınıfı, zamanla hem haklarını hem de mücadele gücünü unuttu. Toplumsal bellekte, hak arayışı yerini korkuya, örgütlülük ise bastırılmışlığa bıraktı. Bugün dünyanın dört bir yanında kutlanan 1 Mayıs İşçi Bayramı, artık ne isyanın ne de dayanışmanın sembolü; daha çok bastırılmış hafızaların, kırılmış umutların ve sembolik ritüellerin günü haline geldi.
Günümüz İşçisinin Psikolojisi: Tükenmişlik, Anlamsızlık ve Arayış
1 Mayıs, yalnızca bir direniş ve anma günü değil; aynı zamanda işçinin emeğini ve üretkenliğini kutladığımız bir gündür. Kapitalist sistemde sermayenin büyümesi doğrudan işçinin emeğiyle mümkün olur. Karl Marx’ın da ifade ettiği gibi, sermaye birikiminin kaynağı emektir; yani üretim sürecinin temel taşı, emekçinin katkısıdır (Arslan, 2004). Ancak işçi emeğini üretim sürecine sunarken, sermayenin bu emeğin karşılığını adil bir şekilde vermesi beklenir. Ne var ki sistemin yapısal bir parçası olarak, sermaye çoğu zaman işçiye yalnızca zar zor geçinebileceği kadar maaş ödemekte; bu da ciddi bir ekonomik güvencesizlik yaratmaktadır. Emeğinin karşılığını alamayan işçi, kendi emeğiyle ürettiği ürünlere ekonomik olarak erişemediği için, bu ürünlere karşı bir yabancılaşma yaşamaktadır. Bu durum, Marx’ın “emeğin yabancılaşması” kavramıyla da örtüşmektedir; işçi, hem üretim sürecine hem de ürettiği şeye yabancılaşır (Aydoğan, 2015). Bununla birlikte, yaygın hak ihlalleri, kötü çalışma koşulları, emeğin değersizleştirilmesi, işçide yalnızca ekonomik bir tatminsizlik yaratmakla kalmaz; aynı zamanda değersizlik, güvensizlik ve tükenmişlik duygularını da besler. Hak ihlallerinin ve güvencesizliğin süreklilik kazanması, emekçilerin zihinsel sağlığını doğrudan tehdit eder. Güvencesiz işlerin 70’li yıllardan itibaren giderek arttığı bilinmektedir. Aşırıya kaçan çalışma saatleri, yetersiz veya hiç olmayan mola süreleri, işten çıkarılma korkusuyla yaşanan iş gerilimi ve iş kazaları kişilerde tükenmişlik ve depresyona yol açmaktadır (Yılmaz, 2010). Bu sorunlarını dile getiren işçiler, seslerini duyuramamakta ve susturulmaktadırlar. Ekonomik sorunlar ve kötü çalışma koşulları makası arasında kalan işçiler çaresizliğe sürüklenmektedirler. 1 Mayıs kutlamalarında gerçekleştirilen hak arama mücadelesi sırasında karşılaşılan şiddet, örgütlenme ve sendikalaşmanın engellenmesi bu durumu perçinlemektedir (Açıkalın, 2008).
Sonuç
1 Mayıs yalnızca bir işçi bayramı değil; aynı zamanda toplumsal bellekte derin izler bırakmış, unutulmayan bir direnişin simgesidir. Günümüzde işçiler, ekonomik güvencesizlik, iş stresi, yabancılaşma ve tükenmişlik gibi sorunlarla mücadele ederken; 1 Mayıs’ta seslerini duyurma çabaları hâlâ çeşitli biçimlerde bastırılmaktadır. Tarihsel olarak elde edilen hakların zamanla aşındırılması, toplumsal bellekte umudun yerini bastırılmışlık, cesaretin yerini ise korkuya bırakmıştır. Bu durum, 1 Mayıs’ın öz anlamının giderek silikleşmesine neden olmuştur. Oysa işçi sınıfının bilinçlenmesi, yalnızca geçmişteki kazanımların korunması değil; aynı zamanda bu bayramın gerçek anlamının yeniden inşası açısından da hayati önemdedir. Sınıf bilinci ve örgütlenme, yalnızca ekonomik değil; toplumsal ve psikolojik bir dirilişin de anahtarıdır. Sahip olunan hakları korumak ve henüz kazanılamamış özgürlükleri edinmek, 1 Mayıs’ın tarihsel temelini oluşturmaktadır. Gelecekte bu bilincin içselleştirildiği, adil ve özgür bir sınıfın var olduğu bir toplumun inşası dileğiyle…
Kaynakça
Açıkalın, N. (2008). Toplumsal kaynakların dağılımındaki adaletsizliği gizleyen bir kavram olarak yoksulluk kültürü: İstanbul ve Gaziantep örnekleri. Finans Politik & Ekonomik Yorumlar, 45(515), 17–33.
Arslan, D. A. (2004). Temel sorunları ve açılımları ile sınıf teorisi, sınıf bilinci ve orta sınıflar. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (8), 126-143.
Aydoğan, E. (2015). Marx ve öncüllerinde yabancılaşma kavramı. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (54), 273-281.
Bedir, A., & Tabakoğlu, A. (2021). Hatırlama ve kolektif hafıza. Kadim Akademi SBD, 5(2), 25-49.
Çavdar, O. (2017). Mekân ve kolektif bellek: Sivas katliamı ve Madımak Oteli. Moment Dergi, 4(1), 237-257.
Schudson, M. (2007). Kolektif bellekte çarpıtma dinamikleri. Cogito, 50, 179-199.
Üçer, A. (2024). Maurice Halbwachs’a göre kolektif hafıza.
Yılmaz, G. (2010). Güvencesizlik-güvencelilik ikileminde işçi sağlığı. TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 10(37), 2-8.
Topak, O. (2015). 1 Mayıs geçmişten geleceğe bir köprü. TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 8(29), 14-17.