İç ses, insanların kendi düşünceleriyle kurduğu içsel diyalogları ifade eder. Zihinsel süreçlerin bir parçası olan iç ses, bireylerin kendilerini tanımasına ve dünyaya dair bakış açılarını şekillendirmesine yardımcı olur. Ancak, iç sesin patolojik hale gelmesi, psikolojik rahatsızlıklara sebep olabilir. Teknolojinin yükselen etkileriyle, iç sesin patolojik boyutları giderek daha fazla düşünülmelidir. Bu yazıda, Vygotsky’nin bakış açısıyla iç sesin gelişimi, teknolojiyle birlikte değişen içsel diyaloglar, iç sesin patolojikleşmesi ve Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) yaklaşımının nasıl yardımcı olabileceği tartışılacaktır.
İç Sesin Gelişimi: Vygotsky’nin Bakış Açısı
İç ses, psikolojide çocuklukla birlikte gelişen bir süreç olarak tanımlanır. Bu konuda Sovyet psikolog Lev Vygotsky’nin fikirleri önemli bir yere sahiptir. Vygotsky, çocukların çevrelerinden aldıkları dışsal sesleri zamanla içselleştirerek kendi iç seslerini oluşturduklarını söyler (Vygotsky, 1986). Dışarıdan duyduğumuz sesler, zamanla zihinsel bir süreç haline gelir ve içsel konuşmamızı şekillendirir. Çocuk, ilk başta dışarıya sesli düşüncelerini aktarırken, zamanla bunlar içsel bir diyaloga dönüşür. İç sesimiz, yaşadıklarımızla, çevremizle ve aldığımız eğitimle birlikte zamanla şekillenir.
Vygotsky’ye göre, iç sesin gelişiminde çevremizden gelen etkiler büyük rol oynar. Çocuklar, dış dünyadan duydukları sesleri, örneğin ebeveynlerinin veya öğretmenlerinin seslerini içselleştirerek, kendilerine özgü düşünce biçimleri geliştirirler. Ama bazen, bu sesler olumsuz yönde de şekillenebilir. Örneğin, eleştirilen, görmezden gelinen ya da kaygı ile büyütülen bireylerde iç ses, olumsuz bir ton alabilir.
- “Neden böyle yaptın?”
- “Yine hata yaptın.”
- “Bir işi beceremedin.”
- “Yetersizsin.”
Bu cümleleri kaç kere başkasından duydunuz? Kaç kere kendinize söylediniz? Peki ya bu cümlelerin sırf size ait olmayabileceğini, öğrenilmiş olabileceğini ve hatta sizi belki de hiç yansıtmıyor olabileceklerini hiç düşündünüz mü? Bu tarz bir içsel diyaloglar, kişiye büyük zarar verebilir. Bu, bireyin benlik algısını ve benlik saygısını olumsuz etkileyebilir. Bunun gibi “olumsuz iç konuşma anları” çoğu zaman patolojinin de tetiklendiği anlardır.
Teknolojinin İç Ses Üzerindeki Etkisi
Son yıllarda, hayatımıza hızla giren dijital teknolojiler diğer her şeyi etkilediği gibi iç sesimizi de etkileyen faktörlerin başında geliyor. Telefonlarımız, tabletlerimiz, bilgisayarlarımız… Hepsi sadece iletişim şeklimizi değil, aynı zamanda iç dünyamızla olan ilişkilerimizi de dönüştürüyor. Eskiden, yalnız kaldığımızda doğal olarak gelişen bir iç konuşma süreci vardı; ama şimdi, sürekli gelen uyarılar ve bildirimler bu süreci kesintiye uğratıyor. Peki, bu değişim iç sesimizi nasıl şekillendiriyor? Teknoloji, içsel dünyamızda nasıl bir etki yaratıyor ve bu değişimlere nasıl tepki veriyoruz?
Bu noktada görüyoruz ki, teknoloji, iç sesin evrimini farklı bir yöne çekiyor. Dijital cihazlar, sosyal medya ve sürekli çevrim içi olma hali, artık içsel dünyamıza doğrudan müdahale ediyor. Jean Twenge (2019), sosyal medya kullanımının artmasıyla birlikte, özellikle gençlerin içsel dünyalarındaki yalnızlık ve benlik farkındalıklarının azaldığını belirtiyor. Sürekli telefonumuzun ekranına bakmak, bildirimleri görmek, beğenilere odaklanmak, zihinsel sürecimizi kesintiye uğratıyor. İç sesimiz, dış dünyadan gelen uyarılarla yankı buluyor ve daha az kendi iç sesimize kulak verir hâle geliyoruz.
Dijital dünya, düşüncelerimizi şekillendirirken, aynı zamanda onları bölüyor. Sosyal medyada gördüğümüz “mükemmel” hayatlar, “kusursuz” güzellik algıları bizim gerçeklikle olan bağımızın kopması için büyük bir tehdit. Asla ulaşamayacağımız ideal bir gerçeklik için içten içe geliştirdiğimiz “yetersizlik” düşüncesi, “ben neden onlar gibi olamıyorum” şeklinde sorular zamanla iç konuşmamızın bir parçası haline gelebilir ve kendimize yönelik “gerçek dışı olumsuz inançlar” oluşturabiliriz. Bu anların ve bu olumsuz inançların psikolojik rahatsızlıkları tetikleyen şeyler olduğunu tekrar hatırlatmakta fayda var.
İç Sesin Patolojikleşmesi ve Bilişsel Davranışçı Terapi
Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), bu durumda imdadımıza koşuyor ve iç sesin dönüştürülmesinde etkili bir yöntem olarak öne çıkıyor. BDT, olumsuz düşünceleri tanımamıza ve bunları daha işlevsel hâle getirmemize yardımcı olur. Depresyon, kaygı bozuklukları ve obsesif kompulsif bozukluk gibi durumlar, iç sesin negatifleşmesine yol açabilir. BDT, bu olumsuz düşünceleri fark etmeyi ve sağlıklı bir biçimde yeniden yapılandırmayı öğretir.
Örneğin, depresyon hastalarının iç sesinde genellikle şöyle bir düşünce vardır:
“Her şey çok kötü ve hep böyle olacak.”
BDT, bu tür düşünceleri fark etmeyi ve yerine daha gerçekçi, pozitif düşünceler koymayı hedefler (Beck, 2009). Terapistler, danışanlarının iç seslerini tanımalarına yardımcı olur ve böylece içsel diyaloglarını dönüştürürler. Ayrıca kendimize yönelik olumsuz inançlar da BDT süreci boyunca farkına varılan ve üzerinde çalışılan şeylerden biridir.
İç Sesin Doğası ve Kendimize Dönüş
İç sesin doğası, bizlere sadece düşüncelerimizi değil, aynı zamanda dünyaya nasıl baktığımızı, nasıl hissettiğimizi de anlatır. Vygotsky’nin içsel konuşma teorisi, bu sürecin nasıl işlediğini anlamamıza yardımcı olurken, teknoloji ise iç sesimizin kesintiye uğramasına neden olabiliyor. Ancak, Bilişsel Davranışçı Terapi gibi terapilerle, iç sesimizi sağlıklı bir şekilde yeniden keşfetmek, hem kişisel gelişimimiz hem de ruhsal sağlığımız için kritik bir adım olabilir.
İç sesin patolojikleşmesi, ruhsal sağlık üzerinde büyük bir etki yaratabilir. Teknolojik etkileşimlerin de bu süreci hızlandırdığı gözlemlenmektedir. Patolojik iç seslerle mücadele etmek, yalnızca psikolojik bir iyileşme süreci değil, aynı zamanda bireylerin duygusal ve zihinsel refahını artıran bir yolculuktur.
Öneriler: Film ve Kitap
- Film: Ters Yüz (Inside Out) – İç seslerin duygularla nasıl iç içe geçtiğini hem çocuklara hem yetişkinlere eğlenceli bir dille anlatıyor.
- Kitap: Zihin Nasıl Çalışır? – Steven Pinker’ın bu eseri, bilinç, içsel konuşma ve zihinsel süreçlere dair ilginç evrimsel ve nörobilimsel yaklaşımlar içeriyor. Özellikle evrimsel yaklaşım onu diğerlerinden ayırıyor.
Kaynakça
- Vygotsky, L. S. (1986). Thought and Language. MIT Press.
- Beck, A. T. (2009). Depression: Clinical, Experimental, and Theoretical Aspects. University of Pennsylvania Press.
- Twenge, J. M. (2019). iGen. Atria Books.