Çocukluk dönemi; bireyin psikolojik ve sosyal temellerinin atıldığı, insan psikolojisi açısından önemli bir süreçtir. Bu dönemde güvenli bağlanma ve değerli hissetme duyguları, bireyin sağlıklı bir kimlik geliştirmesi için gereklidir. İnsanın kendisine dair algısı, hayatının her alanını etkilediği bilgisiyle; kendine güvensizlik ve değersizlik hissi algısının, bireyin iç dünyasında kök salıp, hem psikolojik sağlamlığını hem de sosyal ilişkilerini derinden etkileyerek dış dünyayla kurduğu ilişkilerde zorlanmasına neden olur ve pek çok psikolojik bozukluğun gelişimine zemin hazırlar. Bu hislerin oluşumu, yalnızca bireysel deneyimlere dayanmaz; aile içi dinamikler, ebeveynlerin tutumu ya da sosyal çevrenin etkileri, toplumsal beklentiler, kültürel kodlar ve nörolojik etkenler gibi çok katmanlı bir zeminde şekillenir. Çocuklukta yeterli sevgi ve onay göremeyen bireylerde, benlik algısı zayıf bir şekilde gelişir. Aile içi eleştiriler, ilgisizlik veya tutarsız davranışlar bu süreçte belirleyici olur. İlerleyen yaşlarda, aile ve toplumun mükemmellik beklentileri de bireyin yetersizlik duygularını pekiştirir. Böylece kişi, sürekli kendisini başkalarıyla kıyaslama ve kendi değerini dışsal onaya bağlama eğilimi geliştirir.
Kendine güvensizlik ve değersizlik hissi yalnızca duygusal bir durum değil, aynı zamanda çeşitli psikiyatrik hastalıkların da temelini oluşturur. Major depresyon, bu duyguların en yaygın sonuçlarından biridir. Depresyonla mücadele eden bireyler genellikle yoğun suçluluk, umutsuzluk ve kendini değersiz görme, yetersizlik, kronik üzüntü, enerji kaybı ve hayatta bir anlam bulamama eğilimindedir. Anksiyete bozuklukları, özellikle sosyal fobi, başkalarının eleştirisine karşı aşırı hassasiyet geliştirerek bireyin hem kendisi hem de çevresiyle olan etkileşimlerinde kaygı temelli bir engel oluşturur, özgüven kaybının sebebi olabilir. Borderline kişilik bozukluğu; erken yaşta oluşan değersizlik hissinin sonucu olarak duygusal regülasyon problemleri ve terk edilme korkusunun yoğun bir şekilde yaşandığı görülebilir. Ayrıca travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) yaşayan kişilerde de kendini suçlama ve değersizlik hissi gözlemlenebilir. Birey, geçmişten gelen acı verici deneyimlerin anılarını zihninden uzaklaştıramaz ve bu durum günlük yaşam işlevlerini engelleyebilir.
Bu duygular yalnızca depresif ve kaygılı duygulanımlarla sınırlı değildir. Nemfomani, yani kompulsif cinsel davranış bozukluğu, özgüven eksikliği ve değersizlik hissinin farklı bir yansımasıdır. Nemfomani hastaları, içsel boşluklarını yoğun cinsel eylemlerle doldurmaya çalışırken uzun vadede suçluluk ve utanma duygularını daha da derinleştirirler. Dissosiyatif bozukluklar (örneğin dissosiyatif kimlik bozukluğu), bireyin yoğun duygusal acıdan kaçınmak için gerçeklikten kopma eğilimi geliştirmesiyle ilişkilidir. Madde bağımlılığı da içsel boşluk ve değersizlik hissini bastırma arzusunun bir sonucu olarak ortaya çıkıp, kişilerin kendilerini yetersiz hissettiklerinde, duygusal acıyı dindirmek için alkol veya uyuşturucu gibi dışsal baş etme yollarına başvurmalarına neden olur. Ayrıca dürtüsellikte azalma da değersizlik hissiyle ilişkilendirilebilir; birey yaşama dair heyecan ve hedef duygusunu kaybettikçe girişimcilik ve risk alma davranışlarında belirgin bir düşüş yaşar. Özellikle bağımlı kişilik bozukluğu olan kişiler de kendi varoluş algılarını, başkalarının varlığına ve onayına bağlı kılarak kişinin çevresiyle sağlıklı sınırlar kurmasını zorlaştırır ve yalnızlık ya da terk edilme korkusu yaşamasına neden olabilir. Obsesif kompulsif bozuklukta (OKB) da bireyin kendi değerine yönelik şüphe ve güvensizlik sıkça görülmekle birlikte bireyin kontrol ihtiyacını artırarak, belirsizlik duygularıyla başa çıkma mekanizması olarak öne çıkar.
Nörolojik açıdan bakıldığında; düşük özgüvenin ve değersizlik hissinin beynin ödül-motivasyon sistemlerindeki düzensizliklerle bağlantılı olarak davranışın geliştirilmesinin baskılanmasına neden olabilir. Dopamin salınımındaki bozukluklar, bireyin başarıdan keyif alma ve kendini yeterli hissetme mekanizmalarını zayıflatırken sürekli stres altında olan bireylerde kronik ağrılar, migren, irritabl bağırsak sendromu gibi fiziksel rahatsızlıklar gözlemlenebilir. Ayrıca, yeme bozuklukları (örneğin anoreksiya nervoza veya bulimiya nervoza) da bireyin kontrolsüzlük veya reddedilme hissini telafi etmeye çalıştığı yollardan biri olabilir.
Bu hislerle baş etmek, bireyin geçmişte yaşadığı deneyimlerin etkisini aşabilmesi için bir iyileşme sürecini gerektirir. Bunun için bireysel çabanın yanı sıra destekleyici bir çevre ve profesyonel yardım büyük önem taşır. Terapi, bu sürecin en temel aracı olarak dikkat çeker. Bilişsel davranışçı terapi (BDT), bireyin olumsuz düşünce kalıplarını fark etmesine ve değiştirmesine yardımcı olurken; şema terapisi gibi yöntemler, erken dönemden gelen değersizlik hissinin kökenine inmeyi hedefler. Öz-şefkat temelli müdahaleler, bireyin kendi hatalarını daha anlayışlı bir perspektifle değerlendirmesini sağlayarak içsel değersizlik hissini hafifletebilir. Düzenli farkındalık çalışmaları da, bireyin kendisiyle barışık bir ilişki kurmasını destekler.
Sonuç olarak, kendine güvensizlik ve değersizlik hissi, bireyin yaşam kalitesini ve psikolojik sağlamlığını derinden etkileyen karmaşık bir olgudur. Bu hislerin oluşumunda bireysel deneyimler, toplumsal baskılar ve biyolojik etkenler iç içe geçmiş durumdadır. Ancak bu görünmeyen zincirler, bilinçli farkındalık, psikoterapi ve içsel dönüşüm yoluyla kırılabilir. İnsanın kendi değerini keşfetmesi ve yeniden inşa etmesi, ruhsal iyileşmenin en önemli adımlarından biridir.