Hepimiz çocukken bir şekilde ailemiz tarafından şekillendirildik. Kimimiz sevgi dolu, destekleyici bir ortamda büyüdük, kimimizse daha katı, disiplinli, baskıcı ya da olumsuz kültürel normlarla desteklenmiş bir evde büyüdük. Aile ortamı, yetiştirilme tarzı, gördüğümüz sevgi veya eksikliği, hayatımızın ilerleyen dönemlerinde kim olduğumuzu ve dünyayla nasıl ilişkiler kurduğumuzu büyük ölçüde belirler. Özellikle baskıcı ebeveynlerle büyüyen çocuklar için bu durum, yetişkinliklerinde ruhsal zorluk yaratabiliyor.
Baskıcı ebeveynlik genellikle; aşırı kontrolcü, katı kurallar koyan ve çocuğun bireyselliğini pek önemsemeyen, “ben ne dersem o olur” mantığıyla hareket eden, çocuğun hata yapmasına çok tahammül etmeyen, hatta duygularını ifade etmesine bile yeterli alan tanımayan bir ebeveynlik modelidir. Tabii ki, ebeveynlerin çocukları için sınırlar koyması gereklidir. Ancak bu sınırların sevgiyle, anlayışla ve bireyselliğe saygı duyarak belirlenmesi önemlidir. Böyle bir ortamda büyümeyen kişiler, kendi kararlarını vermekte zorlanma, özgüven eksikliği yaşama ve yaygın kaygı hali gibi günlük yaşamı olumsuz etkileyen karakter özelliklerine sahip olabilirler. Yetiştirilme süreçlerinde ebeveynlerinin beklentilerine cevap vermeye odaklanan kişiler, hata yapmaktan korkan bireyler haline gelirken, yeni şeyler üretmek yerine kendilerine verilen görevleri eksiksiz bir şekilde tamamlamaya çalışırlar. Bu sayede bakım verenlerin beklentilerini karşılamak hedefiyle aslında kendilerine ait olmayan fikir ve kararları hedefleyebilirler ve belki de en kötüsü kendi hayatlarıyla ilgili önemli adımlar almakta güçlük yaşayabilirler.
Sevgi dilini; çocuklarına ancak belirli şartlar yerine getirildiğinde gösteren, başarılarını takdir etmekten kaçınan tutumlarla hareket eden ebeveynlerle yetişen kişiler, yeterli olmadıkları düşüncesiyle kendilerini sürekli eleştirebilir, mükemmeli yapmaya çalışarak kendilerini ve zamanlarını tüketebilir ve mutsuz olabilirler.
Somut bir örnekle zihinde canlandıracak olursak; sevgi dilini kullanan bir ebeveyn, çocuğun okul başarısızlığı halinde onu dinleyerek, destekleyerek ve motive ederek başarısızlığın öğrenmenin bir parçası olduğunu kavramasını sağlayarak, çocuğunun özgüvenini geliştirirken güçlü bir karakter geliştirmesine yardımcı olurken; baskıcı tutumla çocuğunu yetiştiren bir ebeveyn, çocuğunun okul başarısızlığı halinde cezalandırarak, çocuğunun hata yapmaktan korkan, girişimci olmayan, düşük özgüvenli karaktere sahip bir birey olmasına neden olabilirler.
Baskıcı ebeveyn tutumunun, çocuğun sosyal ve iş hayatında kuracağı ilişkileri de etkileyebiliyor. Küçüklükten beri sürekli eleştirilen ya da hata yapmaktan korkutulan çocuklar, yetişkin olduklarında da yanlış bir şey yapmaktan, başkalarının gözünde kötü görünmekten endişe edebiliyorlar. Bu yüzden sürekli onay arayışında olabilir ya da bazı durumlarda karar vermekte zorlanabilirler. Bu durumun en büyük sebebini sevgi ve ilginin koşulsuz verilemeyeceği, buna hak kazanmak için belirli kurallara uymaları gerektiğine inanmak olarak açıklayabiliriz. Bu bağlamda, baskıcı ebeveyn tarafından büyütülen kişiler yetişkin olduklarında ya sürekli sevilmek için çaba sarf ettikleri ya da reddedilme korkusuyla duygusal bağ kurmaktan kaçındıkları tutum ve davranışlar sergileyebilirler. Burada, mesafeli ilişkiler kurma ile ilgili değinilmesi gereken önemli bir husus ise içe kapanma, duygularını ifade etmekten kaçınma, yalnız kalma, duygusal bağlanma kuramama, kariyer hedefi belirleyememe, akademik başarı düşüklüğü gibi kişinin bilişsel ve psikolojik iyilik halini olumsuz etkileyebilecek karakter özelliklerinin de görülebildiğini eklemek iyi olacaktır.
Peki, baskıcı ebeveyn tarafından yetiştirilen biri bu durumun özgüven, kaygı, iletişim ve ilişki kurmada zorluk yaşama gibi etkilerden tamamen kurtulabilir mi? Elbette! Çocukluk deneyimlerimizin bizi tamamen tanımlaması gerekmez. Farkındalık kazanmak ve kişinin kendisini geliştirmesiyle bahsettiğimiz sonuçların yerine akılcı ve yerinde çözümler bulunabilir. Bu durumu yaşayan bir kişinin “çocukluk dönemimde öğrendiğim, iş, aile ve sosyal hayatımdaki davranışlarıma etki eden bazı inanışlarım bana zarar veriyor, kendimi bütünüyle yansıtmamı engelliyor olabilir” diyerek ilk adımı atarak harekete geçmesi önemli. Sonra da yavaş yavaş kendi sınırlarını çizmek, başkalarının beklentilerinden çok kendi isteklerini ve ihtiyaçlarını keşfetmek, ben ne istiyorum sorusunu sormak ve buna bağlı gerçekleştirilmesi istenen hedeflerin belirlenmesi ve adım adım uygulamaya geçmek, kendine yetebilmek, kendi kararlarını alabilme hedefine doğru ilerlemede aşılması gereken önemli bir diğer adımdır. Kendi iç sesine kulak vermeyi öğrenmek, kendini beklentisiz sevmek, hata yapmanın insan olmanın bir parçası olduğunu kabul etmek, çevreden gelen tepkilerden ziyade kendi farkındalıklarını önemsemek ve rasyonel-alternatif çözümler üretmek ve profesyonel destek almak da bu süreci kolaylaştıracaktır.