Pazar, Ekim 26, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Özgüven Tarikatı: Mükemmellik Arayışının Karanlık Yüzü

“Özgüven.” Eminim ki bu kavrama birçoğumuz fazlasıyla aşinayızdır. Hatta hem sosyal medyanın etkisi hem de psikoloji biliminin popülerleşmesi ile birlikte, bir günde “özgüven” kelimesine sayamayacağım kadar çok maruz bırakılırız. Sanıyorum ki, “özgüvenli olma” halinin önemi, artık global kültürümüzün mihenk taşlarından biri haline gelmiş bile olabilir. Yani kısacası, özgüven psikolojik bir furyaya dönüşmüş durumdadır.

Doğal olarak, özgüven kavramının hayatlarımızda kapladığı yerin artarak genişlemesi de bazı araştırmacıları bu değişimi sorgulamaya itmiştir. Özellikle bu araştırmacılardan iki tanesi fazlasıyla dikkat çekici bir benzetmede bulunur ve toplumun özgüvenle olan “takıntısını” artık bir çeşit tarikata benzetir: Özgüven Tarikatı (Orgad & Gill, 2022).

Araştırmacılar Shani Orgad ve Rosalind Gill, The Confidence Culture (2022) (Özgüven Kültürü) adlı kitaplarında tam olarak bu tarikatlaşmadan bahsederler. Onlara göre her tarikat gibi bu tarikat da gücünü müritlerine vaat ettiği kutsal bir kurtuluştan alır. Özgüven tarikatı için ise bu kurtuluş, adı üstünde, bireyin kendine duyduğu güvende yatmaktadır. Yani bu tarikat tarafından “özgüven sahibi olmak” kişiye tüm sorunlarını çözecek sihirli bir iksir gibi sunulur (Orgad & Gill, 2022, s. 14).

Özgüven Söyleminin Görünmeyen Baskısı

Fakat bu kutsallaştırma beraberinde önemli sorunlar da getirmektedir. Ana problem, kişilere sürekli empoze edilen “Özgüvenli ol”, “Kendine inan”, “İçindeki gücü bul” gibi kişisel gelişim mesajlarıyla ilgilidir. Bu söylemler ilk bakışta olumlu gözükse de, dozu aşıldığında bireyi sonu olmayan bir kendini geliştirme ve kendini düzeltme sarmalının içine sokar.

Çünkü bu tarz söylemlerin altında yatan tek bir temel varsayım vardır: “Sorun her zaman bireydedir.” (Orgad & Gill, 2022, s. 35).

Bununla bağlantılı olarak Orgad ve Gill’in en çok vurguladığı nokta, modern özgüven söylemlerinin özellikle kadınları ve marjinal grupları hedef almasıdır. Sıklıkla toplumsal eşitsizliklerle sınanan bu gruplara şu gibi mesajlar verilir:
Sorun senin yeterince kendine inanmaman.
Kendini geliştirirsen ve güçlenirsen her şeyi başarabilirsin.

Bu mesajlar görünüşte destekleyicidir. Hatta içlerinde çoğumuzun son zamanlarda fazlasıyla haşır neşir olduğu “güçlenme (empowerment)” fikrini barındırırlar. Fakat aslında, derin düzeyde, bu söylemler bireyin sırtına kaldırabileceğinin çok üstünde bir sorumluluk yükler (Orgad & Gill, 2022, s. 48).

Toplumsal Eşitsizlikten Bireysel Suça

Sonuç olarak, yazarların bahsettiği üzere, bu grupların kendi kontrolleri dışında maruz bırakıldıkları patriyarka, sınıf eşitsizliği, ekonomik eşitsizlik ve ırkçılık gibi sistemik ve yapısal engeller görünmez hâle gelir.

Örneğin bir kadın, meslektaşı bir erkekten daha iyi performans sergiliyor olsa bile kariyerinde bu erkek kadar yükselemiyorsa, sorun sistemde değil özgüvenindedir denir. Yapılan bu haksızlığa neden olarak da kadının kendi değerini bilmemesi, iş hayatında daha baskın olamaması, hatta hak ettiği pozisyonu aynı bir erkek gibi, kendinden emin bir şekilde istemeyi bilmemesi öne sürülür.

Böylece özgüven kültürü, dünyadaki yapısal sorunları psikolojik dile tercüme etmiş olur. Yani toplumsal olanı bireysel olana indirger ve sosyal değişim ihtiyacını kişisel gelişim ihtiyacına dönüştürür. Toplumsal eşitsizlikler, bireysel yetersizlikler olarak sürekli yeniden çerçevelenir (Orgad & Gill, 2022, s. 59).

Olmam Gereken Benlik: Özgüvenin Psikolojik Dönüşümü

Bu bağlamda, kültürel olarak özgüven de artık şekil değiştirmiştir. Psikolojik sağlığımız için çok kıymetli olan özgüven, artık bir erdem ya da bir duygu olmanın ötesine geçerek, benlik algımızı etrafında örgütlediğimiz bir hayat felsefesi hâline gelmektedir (Orgad & Gill, 2022, s. 72).

Bu fikir, ilk kadın psikanalistlerden biri olan Karen Horney’nin “should self” (olmam gereken benlik) kavramıyla da yakından ilişkilidir (Horney, 1937). Horney’e göre her insanda spontan, merak eden, sevilmeye ve bağ kurmaya açık bir gerçek benlik vardır. Ancak ailemiz, toplum ve kültür tarafından bize nasıl biri olmamız gerektiği öğretilir. Sürekli bu dayatıma maruz kalan gerçek benlik ise zamanla bu dışsal idealleri içselleştirir ve kişi kendine yabancılaşır.

İşte bu yabancılaşmış, zorlayıcı ses Horney’in deyimiyle “olmam gereken benlik”tir.

Özgüven Kültürü ve Nevrotik Mükemmeliyetçilik

Araştırmacılarımız Shani Orgad ve Rosalind Gill’in eleştirdiği “Özgüven Kültürü” (2022) tam da bu tarif edilen “olmam gereken benlik” mantığıyla işler. “Olmam gereken benlik” içinde yaşayan kişi artık dışarıdan değil, kendi içinden baskı görür.

Hem toplum hem de iç sesi ona sürekli şunları hatırlatır:
“Daha özgüvenli ol.”
“Pozitif düşün.”
“Kendini sev.”
“Kendine inan.”
“Güçlü ol.”
“İçindeki tanrıçayı ortaya çıkar.”

Fakat susmayan bu ses, bir noktadan sonra kişinin korku, utanç, hüzün, öfke ve yetersizlik hisseden otantik benliğiyle olan bağını koparır. Sonuçta bu cümleler kulağa pozitif gelseler de özünde hepsi emir kipindedir. Bu nedenle kişiyi zincirlerinden kurtarmak yerine onu sürekli bir yükümlülük altında bırakırlar (Horney, 1937; Orgad & Gill, 2022).

Böylece özgüven kültürünün içinde şekillenmiş bir “olmam gereken benlik” için özgüven herhangi bir duygu olmaktan çıkar, ahlaki bir görev haline gelir. Artık özgüvenli olamamak tolere edilebilir bir eksiklik olmaktan çıkmıştır; bir suça dönüşür.

Bu nedenle özgüvenli olmayan kişi, özgüvenli hissetmedikçe daha çok utanç duymaya başlar. Utanç duydukça otantik hislerini bastırmaya devam eder ve daha da çok “özgüvenli görünmeye” çalışır. Kişi sahip olmadığı özgüveni taklit etmeye çalıştıkça, içindeki çatışma da gitgide derinleşir.

Sonuç olarak, gerçek benliği ile olması gereken benliği arasındaki yarık zamanla büyür de büyür (Horney, 1937, s. 88). Tam da Horney’nin dediği gibi:
Kişi artık gerçek benliğiyle temas kuramaz hale gelir ve sürekli olmaya çalıştığı idealize edilmiş bir imajla yaşar.

Gerçek Güç: Daha Fazla Özgüven Değil, Daha Fazla Öz-Şefkat

Fakat idealize edilmiş imajların en kötü özelliği, adından da anlayabileceğimiz üzere, bir ideadan ibaret olmalarıdır. Onlar, tabiri caizse, “ulaşılamazlardır.” Bir nevi şehir efsaneleridir.

Ancak özgüven tarikatı; bu ideal imajımıza yeteri kadar takıntılı olursak ve kendimize yeteri kadar yatırım yaparsak, bu imajın ulaşılabilir olduğunu iddia eder. Yani yine dönüp dolaşıp faturayı bireye keser.

Birikmiş faturaların altında ezilen fani birey ise, psikolojik olarak kronik bir yetersizlik ve utanç hissiyle yaşamaya başlar. Bu, Horney’nin zamanında tanımlamış olduğu fakat günümüzde her zamankinden daha gündem olan bir nevrotik mükemmeliyetçilik durumunun başlangıcıdır (Horney, 1937).

Yani modern özgüven ideali, Horney’nin 1930’larda tarif ettiği nevrotik yapının kültürel bir güncellemesidir sadece.

Peki bu nevrotik mükemmeliyetçilik durumundan çıkmanın bir yolu var mıdır? Ve varsa, nasıl çıkabiliriz?

Hem Karen Horney hem de araştırmacılar Shani Orgad ve Rosalind Gill, konuyu çok farklı bakış açılarıyla ele almış olsalar da bu soruya neredeyse aynı cevabı verirler. Karen Horney (1937), iyileşmenin yolunu “ideal benliği gerçekleştirmekte” değil, gerçek benliği kabul etmekte bulur.

Horney der ki:
Nevrotik kişi ‘olmam gereken insan’ (should self) olmaya çalıştığı sürece, aslında kim olduğunu asla bilemez.

Benzeri bir şekilde, Özgüven Kültürü kitabının son bölümünde Orgad ve Gill şöyle der:
Gerçek güç, daha çok özgüven değil, daha çok öz-şefkat gerektirir.” (Orgad & Gill, 2022, s. 152).

Yani anlayacağınız, çıkış yolumuz kendimize inanmak ya da kendimize güvenmekten önce kendimizi anlamaktan geçer. Olmamız gereken kişi yerine, olduğumuz kişi ile temas kurmaktan, öz farkındalıktan ve kendimizi kabul etmekten

Kaynakça

Gill, R., & Orgad, S. (2022). Confidence Culture. Duke University Press.
Horney, K. (1950). Neurosis and Human Growth: The Struggle Toward Self-Realization. W. W. Norton & Company.

aybalatoral
aybalatoral
Aybala Toral, Bilkent Üniversitesi Psikoloji Bölümünden mezun olup klinik psikoloji alanında uzmanlaşma yolundadır. Toral, Koç Üniversitesi Hastanesi ve Sosyal Gelişim ve Dayanışma Derneği (SGDD-ASAM) gibi çeşitli kurumlarda stajyer psikolog olarak görev almış; ayrıca yurt içi ve yurt dışındaki okullarda araştırma asistanı olarak çalışmıştır. Yüksek lisansını tamamladıktan sonra çift terapisi, psikoterapi ve bilişsel davranışçı terapi alanlarında derinleşmeyi hedeflemektedir. İlgi alanları arasında çift ilişkileri, beden algı sorunları ve bağımlılık davranışları yer almaktadır. Yazılarında okuyucuyu bilgilendirmeyi amaçlarken, aynı zamanda onların doğru bildiklerini sorgulamalarını ve psikolojik farkındalıklarını derinleştirmelerini teşvik etmeyi hedeflemektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar