Günümüzde küreselleşmenin yarattığı etkiler, dijital araçlar, göçlerin ve seyahat kolaylıklarının artması, insan ilişkilerindeki etkileşimi artırıyor. Farklı dilleri konuşan veya farklı inançlara, mezheplere ve geleneklere sahip olan bireylerin bir araya gelerek bir hayat kurması artık bir istisna değil, çağımızın bir gerçeği: Kültürlerarası evlilikler.
Bu tür evlilikler, yalnızca iki insanı değil, aynı zamanda iki farklı kültürel yapıyı da bir araya getirir. Teorik olarak bu birliktelikler, toplumda hoşgörü, anlayış ve kültürel etkileşimi artırma potansiyeli taşır. Ancak evlilik, zaten başlı başına karmaşık bir kurumdur. Çocukluk deneyimleri, yaşam tecrübeleri, olumlu ve olumsuz yaşantıları ile alışkanlıkları birbirinden farklı iki bireyin bir arada uyum içinde yaşayabilmesi; güçlü bir iletişim, empati ve problem çözme becerisi gerektirir. Bu denkleme mezhepsel, dini, etnik ve kültürel farklılıklar da eklendiğinde, uyum süreci doğal olarak daha uzun ve zorlu bir hâl alabilir.
Bilimsel Yaklaşım: Metasentez Yöntemi ile Kültürlerarası Evliliklerin Analizi
Yüksek lisans çalışmam kapsamında, kültürlerarası evlilikler üzerine yapılmış araştırmaları sistematik ve bütüncül biçimde analiz etmek amacıyla bilimsel bir yöntem olan metasentez yaklaşımını kullandım. Metasentez, var olan bilgileri sentezleyerek daha açık ve net sonuçlar ortaya koyar. Çalışma bulguları, bu evliliklerin karmaşık dinamiklerini net bir şekilde ortaya koydu: Kültürlerarası evliliklerdeki asıl zorluk, sanılanın aksine eşler arasında değil, büyük ölçüde evliliğin dışındaki toplumsal baskıda yatıyor.
Kültürün Kişilik ve İlişki Üzerindeki Derin İzi
Bir birey olarak dünyaya geldiğimiz andan itibaren, içinde bulunduğumuz kültürün beklentileri, inanç sistemleri ve ebeveynlik stilleri bizi şekillendirir. Bu nedenle bireyin kişiliği, içine doğduğu kültürden bağımsız değerlendirilemez.
Evlilik kararını ele alırken, psikolojideki eş seçimi kuramları bu kültürel etkinin ne kadar güçlü olduğunu gösterir. Örneğin, Filtre Kuramı’na göre insanlar, potansiyel eşlerini seçerken coğrafi mesafe, etnik köken, sosyal sınıf ve dini inanç gibi sınıflandırmaları dikkate alarak bir filtreleme süreci uygular. Ortak Özellikler Kuramı ise, eşlerin birbirine benzemesinin evlilik başarısını artırdığını savunur. Kültürlerarası evlilikler, bu doğal filtreleme süreçlerini bilinçli veya bilinçsiz olarak aşan bireylerden oluşur ve tam da bu nedenle, uyum için daha fazla çaba sarf etmeleri gerekir.
Aynı zamanda, ülkemizdeki Türk aile yapısı da bu dinamiklere kendine has bir katman ekler. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 2021 araştırması gösteriyor ki, görücü usulü evlilikler hâlâ önemli bir yer tutarken, Türk kültüründe aile yapısı toplumsal cinsiyet rolleri üzerine inşa edilmiş durumdadır ve ataerkil sistem varlığını korumaktadır. Hane içi kararlarda ortaklık olsa dahi, ev işleri ve çocuk bakımı gibi sorumluluklar çoğunlukla kadının üzerine düşer. Bu köklü cinsiyet rolü beklentileri, farklı bir kültürel arka plandan gelen eş için ciddi bir çatışma ve uyumsuzluk alanı yaratabilir.
Dört İlişki Modeli: Çiftler Farklılıkları Nasıl Yönetiyor?
Kültürel farklılıkların fazla olması, evlilikte uyumu zorlaştırır. Farklı kültürlerden gelen insanlar, stresli oldukları anlarda duygu ve düşüncelerini farklı şekillerde ifade edebilirler. Bu durumu yönetmek için çiftler genellikle dört temel ilişki modelinden birini benimserler (Romano, 2001):
-
Teslimiyet/Sindirme Modeli: Eşlerden biri, genellikle kendi kültüründen vazgeçerek diğerinin kültürünü benimser. Ne yazık ki bu, uzun vadede bireyin kendi benliğinde yıpranmaya ve evlilikte uyumsuzluğa yol açabilir.
-
Yok Sayma Modeli: Her iki birey de kendi kültürlerini görmezden gelir, gelenek ve inançlarını sürdürmez. Bu durum, ilişkide bir derinlik ve aidiyet eksikliğine neden olabilir.
-
Karşılıklı Ödün Verme Modeli: Eşler sürekli olarak karşılıklı bazı adet ve alışkanlıklardan vazgeçer. Bu model olumlu görünse de, sürekli bir “kazan–kaybet” duygusu ve fedakârlık hissi yaratır.
-
Fikir Birliği Modeli (Kazan–Kazan): Metasentezin işaret ettiği en uygun model budur. Bu model, karşılıklı anlaşma, uzlaşma ve denemeye açıklık esasına dayanır. Çiftler, iki kültürün en iyi yönlerini alıp, kendilerine ait yeni, üçüncü bir ortak kültür yaratmayı başarırlar. Bu, eşlerin birbirinin “kendi” gibi kalabilmesine müsaade edecek güçlü kişilik yapılarıyla mümkündür.
Toplumun Gölgesi: Asıl Problem Dışarıda
Metasentez çalışmamızın en çarpıcı bulgusu, kültürlerarası evliliklerdeki uyumun kaynağını ve çatışmanın kaynağını net bir şekilde ayırmasıdır:
-
Çiftler, bireysel olarak bir uyum yakalıyor. Özellikle eğitim seviyesi yüksek ve seküler yaşam tarzını benimsemiş çiftlerde önyargıdan arınma ve saygı çok güçlüdür.
-
Din ve mezhep farklılıkları, genellikle azınlık kültüründen gelen eşin kendi inanç ve geleneklerinden feragat ederek baskın kültüre daha fazla entegre olması yoluyla çözülmeye çalışılmaktadır.
-
Ancak eşler uyumlu olsa da, aile ve toplum uyumlu değildir.
Kültürümüzün kolektif yapısı nedeniyle, evlilik sistemi sadece iki bireyden oluşmaz; eşlerin kök aileleri de sistemin bir parçasıdır. Geleneksel olarak kendi kültüründen evlilikleri onaylayan bir toplumda, akrabalar ve yakın çevre, kültürlerarası evliliklere tepkiyle yaklaşıyor, çiftler üzerinde baskı oluşturuyor ve olumsuz etkilere sebep oluyor. Bu durum; sınır ihlali, kararlara müdahale ve bireysel özgürlüklerin kısıtlanması gibi sorunları beraberinde getiriyor.
Özetle, evlilik uyumuyla ilgili tüm araştırmaların ortaya koyduğu genel sonuç şudur: Kültürel farklılıklar eşler arasında ciddi bir problem yaratmazken, aile ve toplumun devam eden stereotipleri ve önyargıları bu çiftlerin üzerinde baskı oluşturup onlara zarar vermektedir.
Aile Danışmanlığının Rolü ve Psikolojik Dinamikler
Ruh sağlığı profesyonelleri olarak bizler, bu çiftlerin üzerindeki dış baskının boyutunu görmezden gelemeyiz. Klinik çalışmalarımızda odağımızı sadece çift içi uyumsuzluklara değil, aynı zamanda kök ailelerle sağlıklı sınırlar çizmelerine, toplumsal damgalamayla başa çıkma stratejileri geliştirmelerine ve eşlerin birbirlerinin kimliklerini koruma savaşlarına destek olmaya kaydırmalıyız.
Aşk sınır tanımayabilir; ancak onu sağlıklı bir yuvaya dönüştürmek, toplumun üzerinize yüklediği toplumsal baskıyı yönetmeyi ve kendi kültürel kimliğinizi cesaretle sahiplenmeyi gerektirir. Kültürlerarası evlilikler, çoğu zaman toplumun önyargılarıyla sınansa da, değişim ve hoşgörüye giden yolda sessiz ama güçlü bir adımı temsil eder.