Pazar, Ekim 19, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Duygular ve Organizasyonların Görünmeyen Bağı

Çalışma Hayatında Görmezden Gelinen Bir Güç

Hiç fark ettiniz mi, bir iş yerinde yalnızca iş tanımları değil, duygular da görünmez bir gündem taşır?
Kimi zaman bir toplantıda yükselen ses tonunun, kimi zaman bir maildeki mesafenin ardında hepimiz için tanıdık duygular vardır: öfke, kaygı, gurur, hayal kırıklığı, umut…
Oysa organizasyon literatürü uzun yıllar boyunca duyguları “kişisel mesele” olarak görüp arka plana itmiştir.
Bugün ise biliyoruz ki duygular yalnızca bireysel deneyimler değil, organizasyonların yapısını, işleyişini ve geleceğini şekillendiren güçlü dinamiklerdir (Ashkanasy, Zerbe & Härtel, 2002).

Duyguların Organizasyonel Önemi

Bir şirketi ayakta tutan unsurlar arasında strateji, sermaye, teknolojik altyapı gibi faktörler sayılır.
Peki ya çalışanların duygusal iklimi?
Araştırmalar, iş yerinde duygu düzenlemenin ve sağlıklı bir duygusal kültür oluşturmanın, çalışan bağlılığından performansa, inovasyondan işten ayrılma niyetine kadar birçok sonucu etkilediğini ortaya koymaktadır (Barsade & O’Neill, 2014).
Kısacası organizasyonlar, duygularla örülü bir ağın içinde faaliyet gösterir. Bu ağı yok saymak, bir binayı temelsiz inşa etmeye benzer.

Duyguların Dışavurumu: Sessizlik mi, Ses Vermek mi?

Çalışma hayatında en kritik meselelerden biri, duyguların nasıl dışavurulduğudur. Hochschild’in (1983) tanımladığı duygusal emek kavramı, çalışanların hissettiklerini değil, organizasyonun onlardan beklediği duyguları ifade etmek zorunda kaldıkları anları açıklar.
Bir çalışan, hayal kırıklığını dile getirmek yerine içine atarsa ne olur? Sessizlik çoğu zaman uyum gibi görünse de aslında bir tür görünmez kayıp yaratır.
Öte yandan öfke veya hayal kırıklığının sağlıklı biçimde ifade edilebilmesi, organizasyon için bir erken uyarı sistemi işlevi görebilir.
Burada kritik olan, duyguların bastırılması değil, yapıcı biçimde paylaşılabilmesidir.
Yöneticilerin duyguların açığa çıkabileceği güvenli alanlar yaratması, iş yerinde sağlıklı bir kültürün oluşmasını destekler.
Kısacası, duyguların bastırılması kısa vadede uyum yaratıyor gibi görünse de, uzun vadede tükenmişlik ve yabancılaşmaya yol açabilir (Grandey, 2000).

Liderlik ve Duygusal Rezonans

Hiç düşündünüz mü, neden bazı liderler çevresindekileri kolayca motive ederken bazıları yalnızca görev dağıtır?
Fark çoğu zaman duygusal zekâ ve rezonansla ilgilidir.
Goleman (1995), etkili liderlerin yalnızca bilişsel becerileriyle değil, aynı zamanda kendi duygularını tanıma, başkalarının duygularını anlama ve bu duygularla uyumlu şekilde hareket etme kapasitesiyle öne çıktığını vurgular.
Empati kurabilen, duygularını açıkça ve tutarlı biçimde ifade edebilen liderler, çalışanlarıyla güçlü bir bağ kurar.
Bu bağ, yalnızca “iyi hissettirmek” için değil, kararların benimsenmesi, çatışmaların çözülmesi ve kolektif bir vizyonun inşası için kritik önemdedir.

Organizasyonel Kültürde Duyguların Yeri

Her organizasyonun görünür kuralları kadar görünmez duygusal normları da vardır.
“Burada öfkenizi belli etmezsiniz”, “Sevinç fazla gösterilmez” gibi yazılı olmayan kurallar, duyguların dolaşımını belirler.
Barsade ve O’Neill’in (2014) vurguladığı gibi, organizasyonel kültür yalnızca değerler ve inançlardan değil, aynı zamanda hangi duyguların sergilenmesine izin verildiğini düzenleyen duygusal normlardan da oluşur.
Ancak duygusal dışavurumun dar kalıplara sıkıştırıldığı ortamlar, uzun vadede tükenmişliği ve yabancılaşmayı artırır.
Buna karşın çeşitliliğe ve duygusal ifadeye alan tanıyan kurumlar, hem bireysel hem de kolektif düzeyde daha dirençli hale gelir.

Duyguların Örgütsel Hafızası

Belki de sormamız gereken soru şu: Organizasyonlar yalnızca işlerimizi yürüttüğümüz yerler mi, yoksa duygularımızı da taşıdığımız kolektif alanlar mı?
Gerçekte ikincisi geçerlidir.
Duygular, örgütlerin hafızasında birikir; paylaşılan bir kahkaha kadar yaşanan bir hayal kırıklığı da o hafızanın parçasıdır.
Dolayısıyla, duygularla ilişki kurmayı başaran organizasyonlar yalnızca daha insani değil, aynı zamanda daha sürdürülebilir yapılar inşa eder.

Sizce de artık organizasyonlarda duygulara “fazla kişisel” demeyi bırakmanın zamanı gelmedi mi?

Ayça Keleş
Ayça Keleş
İnsan zihninin derinliği, duyguların karmaşıklığı ve ilişkilerin görünmeyen dinamikleri, mesleki yolculuğumun her adımında beni hem düşündüren hem de dönüştüren unsurlar oldu. Psikolog olarak çalışırken, bireylerin iç dünyalarını anlamanın yalnızca bir meslek değil, aynı zamanda bir dil, bir duruş ve bir sorumluluk olduğuna inandım. Sadece dinlemekle kalmadım; gözlemledim, düşündüm, hissettim ve yazdım. Zamanla fark ettim ki psikoloji sadece danışan koltuğunda değil; bireylerin gündelik ilişkilerinde, davranış örüntülerinde ve ifade edilmeyen duygularında da kendini gösteren bir bilim. Psikolojiyi sadece terapi odasına sıkıştırmak mümkün değil. Psikoloji, insanların birbirini anlamaya çalıştığı her anda, kurduğu bağlarda ve bazen de ne söylemediğinde gizli. Köşe yazılarımda; duyguları bastırmak yerine anlamlandırmanın, ilişkilerde farkındalık geliştirmenin, yakın ilişkilerdeki bağlanma dinamiklerini keşfetmenin ve psikolojik kavramları yaşamın içinden bir dille ele almanın yollarını birlikte arayacağız. Eğer siz de insanı anlama, ilişkileri çözümleme ve kendi iç dünyanızı keşfetme yolculuğunuzda durup düşüneceğiniz bir alan arıyorsanız, bu satırlarda yollarımız kesişebilir. Beklenmedik bir anda bir metin, zihinde yeni bir kapı aralar; bazen de sade bir cümle, dönüşümün sessiz ama güçlü başlangıcına işaret eder.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar