Çocukluk, çoğu zaman oyunlarla, masallarla, masumiyet ve güven duygusuyla anılır.
Oysa her bireyin çocukluğu aynı masumiyet çatısı altında büyümez. Bazı yaralar kelimelerle değil, sessizlikle açılır.
Çocuk susar; yıllar geçer… Yetişkin bedeninde önce fısıltılar başlar, ardından baş ağrıları, uykusuzluk, kaygı atakları, ilişki sorunları veya bağlanma problemleri olarak konuşmaya devam eder.
Ve bir gün, artık fısıltılar yetmez; bağırtılar başlar içeride. İnsan kendi kendine sorar:
“Ne oluyor bana?”
İşte geçmiş çocukluk travması, zamanın tozlu raflarında kalmaz; kendine yeni bir dil edinir ve yetişkinlikte farklı maskelerle, tüm gerçekliğiyle karşımıza çıkar.
Bugünkü Tepkilerin Geçmişteki Yansıması
Travma… Okuyunca aklınıza gelen ilk şey çoğu zaman büyük felaketler, istismar, bir kayıp ya da şiddet olur.
Evet, çoğu zaman travmalar bu şekilde yaşanır. Ancak travmanın bir de “sessiz ve şeffaf” yüzü vardır.
Fark edilmesi ve hatta kabul edilmesi daha güç olan…
Nedir bunlar dediğinizi duyar gibiyim: Sürekli eleştirilmek, duyguların değersizleştirilmesi, ihmal edilmek veya görmezden gelinmek gibi deneyimler de travmanın sessiz yüzünü oluşturur.
İlk bakışta fark edilmeyen ve görünmeyen yaralar, yetişkinlik döneminde yerini özsaygı sorunları, yoğun bir değersizlik duygusu ve sürekli onay arayışına bırakır.
Beden, bir zamanlar ruhun söyleyemediği, susturulmuş ve bastırılmış tüm bu duyguları belli etmeye başlar.
Bu durum, su sızdıran bir saksı gibi düşünülebilir: kronik ağrılar, mide sorunları, uyku bozuklukları, nedensiz kronik yorgunluk ve ardı arkası gelmeyen olumsuz düşünceler…
Aslında bunların hepsi, çocukken başlayan hikâyenin yetişkinlikteki haykırışlarıdır.
Çoğu kişi bu belirtileri sadece fiziksel olarak yaşadığını düşünür; oysa bunların kökleri, çoğu zaman yıllar önce yaşanan sessiz acılarda gizlidir.
İlişkilerde Travmanın İzleri
Çocukluk travmasının en belirgin etkilerinden biri, yetişkinlikteki bağlanma stilleridir.
Bağlanma kuramları, çocukluk deneyimlerinin yetişkinlikte ilişki biçimlerini ve ruh sağlığını nasıl etkilediğini ortaya koyar.
Yani çocuklukta bakım vereni tarafından güvenli bağ kuramayan bireyin, yetişkinlikte de güvenle sevmekte zorlandığını gösterir.
Kimi zaman aşırı kaygılı bağlanır, terk edilme korkusuyla ilişkiye tutunur; kimi zamansa etrafına duvarlar örer ve incinmemek için kimseye yaklaşmaz.
Bu nedenle değerli okuyucularım, “Neden ilişkilerimde hep aynı şeyleri yaşıyorum?” sorusunun cevabı çoğu zaman çocukluğunuzda gizlidir.
Çocuklukta yaşanan her deneyim, ileride ilişkilerimizi şekillendiren küçük ama etkili bir tuğladır.
Suskunluk Mirası
Travma sadece bireyi etkilemez; sonraki kuşaklarda da bu izlerden etkilenebilir.
Epigenetik araştırmalar bize bunun örneklerini sunuyor.
Yani travma, yalnızca yaşayana ait kalmaz; bir sonraki kuşağa da aktarılabilir.
Çocuğun hiç yaşamadan taşıdığı kaygılar, ebeveynin geçmiş yaralarının izleri olabilir.
Bu durum, travmanın sessiz ama derin etkilerini daha da görünür kılar.
Böylece geçmişin yükü sadece bireyde değil, ailenin tüm dinamiklerinde hissedilebilir.
Zincirleri Kırmak: Umut ve İyileşme
Travmalar yaşamın bir parçası olabilir; ancak kaderimiz olmak zorunda değildir.
Dirençlilik dediğimiz kapasite, bireyin tüm zorluklara rağmen yeniden ayağa kalkabilme gücüdür.
Bu direnci besleyen faktörler arasında güven veren bir arkadaş, destekleyen bir öğretmen veya profesyonel bir psikoterapi süreci bulunabilir.
Psikoterapi özellikle önemlidir. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), kişinin düşünce-duygu-davranış döngüsünü fark etmesine yardımcı olurken, EMDR gibi travma odaklı yöntemler beynin donmuş anılarını yeniden işlemeye olanak tanır.
Böylece geçmişin zincirleri fark edilir, çözülür ve yerini daha güvenli bağlara bırakır.
Terapi süreci bazen zor ve sabır gerektirse de, bireyin kendi içindeki güveni yeniden inşa etmesine büyük katkı sağlar.
Sonuç
Çocukluk travması, yetişkinlikte yalnızca geçmişin gölgeleri olarak değil, bugünün gerçeği olarak yaşamın içinde varlığını sürdürür.
Fakat travmaların en önemli ortak noktası şudur: Konuştukça iyileşirler.
Çocukluk susmuş olabilir, ama yetişkinlikte bedenin sesini duyup ona kulak vermek, zincirleri kırmanın ilk adımıdır.
Bu farkındalık, bireyin kendine dönmesini, geçmişle barışmasını ve yaşamını daha sağlıklı bir şekilde inşa etmesini sağlar.
Her sessizlik bir gün dile gelir; her haykırış, iyileşmeye açılan bir kapıdır.
Unutmayın, travmalar sizin kim olduğunuzu tanımlamaz; onlarla nasıl başa çıktığınız, kim olduğunuzu belirler.