Pazartesi, Ekim 20, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Pozitif Depresyon

Depresyon, bireyin yaşamını derinden etkileyen önemli bir psikolojik bozukluktur. Sözcük kökeni itibarıyla “çökme, alçakta olma” anlamlarını taşır. Depresyonda; olumsuz düşünceler, karamsarlık, suçluluk, umutsuzluk ve değersizlik duyguları ön plandadır. Ayrıca odaklanma ve bilgiyi işleme gibi bilişsel faaliyetlerde zorlanma, iştah kaybı, uyku düzensizlikleri ve bedensel ağrılar da kişinin hayatının geneline yayılarak işlevselliğini bozar. Bir yönüyle depresyon, şarkılara ve şiirlere konu olmuş, neredeyse herkesin hakkında bir fikre sahip olduğu en yaygın psikolojik rahatsızlıklardan biridir.

Tarihsel Perspektif: Melankoliden Modern Depresyona

Antik Çağ’da Hipokrat, günümüzdeki majör depresyon kriterlerini büyük ölçüde karşılayan semptomlar bütününe melankoli adını vermiştir. Hipokrat’a göre uykusuzluk, sinirlilik, umutsuzluk, korku ve sürekli üzüntü hali bir hastalık olarak tanımlanmalı ve tedavi edilmelidir. Melankoli sözcüğü “kara safra” anlamına gelir. Hipokrat, iyi sağlık durumunu insan bedenindeki dört iç sıvının —kan, kara safra, sarı safra ve balgam— dengeli olmasıyla ilişkilendirmiştir. Ona göre mutsuzluk, karamsarlık, bedensel ağrılar gibi depresif duyguların temel nedeni kara safra, yani melankoliydi.

İlerleyen yüzyıllarda Yunan hekimi Galen, Hipokrat’ın teorisine ek olarak mizacın da etkisini önemsemiştir. Onun yaklaşımına göre melankolik kişilik tipi; genellikle içe dönük, duygularının hüzünlü yönüyle daha derin bir ilişki kuran, karamsarlığa yatkın ve derin düşünen bireylerdir.

Orta Çağ Avrupa’sında ise depresyon hastalık olmaktan çıkarak kilisenin onaylamadığı bir durum olarak kabul edilmiştir. Üzüntü ve umutsuzluk içindeki kişilerin Tanrı’nın gazabına uğradıkları ya da kötü ruhlar tarafından ele geçirildikleri düşünülmüştür. Skolastik düşüncenin etkisiyle uzun süre bu bakış açısı baskın olsa da zamanla depresyonun kaynağının içsel mi yoksa dışsal sebeplere mi dayandığına dair tartışmalar başlamıştır.

  1. yüzyılda Alman bilim insanları, dışsal faktörlerden kaynaklanan depresyonu geçici bir durum olarak görürken; içsel sebeplerden, yani herhangi bir dış etken olmadan yaşanan çökkünlüğü günümüzdeki psikoza benzer bir “gerçeklikten kopuş” hali olarak değerlendirmiştir.

Günümüze kadar birçok tanım ve tedavi yöntemi geliştirilmiştir. İnsanın kendini ve dünyayı anlama arzusu sürdükçe depresyona dair bakış açısı da değişmiş ve gelişmiştir. Bugün depresyon; çevresel, genetik ve nörolojik pek çok faktör üzerinden açıklanabilmekte, farklı terapi yöntemleriyle de sağaltım sağlanabilmektedir.

Pozitif Psikoterapi ve Modern Yaklaşım

Modern yaklaşımlardan biri olan pozitif psikoterapi, diğer ekollerden farklı olarak olumsuz düşünce ve davranışları doğrudan değiştirmek yerine bireyin güçlü yanlarına odaklanmayı tercih eder. Bu yaklaşım, bireyin hayata bağlanırken mevcut durumunu daha iyi hissetmesini sağlayacak bir konuma taşımasına yardımcı olur. Zayıf yönlerden çok güçlü yönlere, problemlerden çok çözüm üretme kapasitesine odaklanır (Demir & Türk, 2020).

Buna tamamen iyimser bir bakış açısı demek doğru değildir. Çünkü pozitif psikoterapi, olumsuz olarak atfedilen durumların bireye sunduğu kazanımları ve kişinin farkında olmadığı yetenekleri ortaya çıkarmayı amaçlar. Dolayısıyla semptomları doğrudan ortadan kaldırmayı hedeflemez; semptomların bireye nasıl hizmet ettiğini de ele alır.

Belki de depresyon, insanın kendi içine dönebilme cesaretidir. Cephede mermisi tükenmiş, gücü azalmış bir askerin siperlerde kısa süreliğine dinlenmesinin ona zarar vermemesi gibi, depresyon da bireye bir duraklama ve yenilenme fırsatı sunuyor olabilir. İştah azalması ya da uyku düzenindeki değişiklikler, kişiye hayatında yolunda gitmeyen şeylerin mesajını veriyor olabilir. Bazen birey, aslında yalnızca biraz dinlenmeye ihtiyaç duyduğunu da fark etmeyebilir.

Bu süreçte kişinin yaşamına dair olumsuz, karamsar ve umutsuz bakış açısı, neredeyse onu hayattan kopma noktasına getirebilir. Artık yemek yemek, banyo yapmak gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayacak gücü dahi kendinde bulamayabilir. Geleceğe dair umut taşımadığı için davranışlarını en aza indirmiştir.

Pozitif Psikoterapinin Uygulamaları

Pozitif psikoterapi, bu tür yoğun olumsuzluklara odaklanmış bireylere yönelik etkili müdahale yöntemleri sunar. Örnekler:

  • Rastgele iyilik eylemleri: Her gün bir kişiye küçük de olsa iyilik yapmak.

  • Minnet ifadesi: Her gün şükredilecek beş şeyin yazılması.

  • Kinleri bırakmak: Kişinin kin duyduğu birini belirleyip, onun hakkında takdir edilen yirmi olumlu özelliğin yazılması.

  • Hedef koyma: Kısa ve uzun vadeli ulaşılabilir hedefler belirleme.

  • Mutlu anları hatırlamak: Geçmişte yaşanan olumlu anıları yeniden canlandırmak.

  • Zorluktan sonra büyüme: Yaşanan sıkıntılardan öğrenilen dersleri fark etmek.

  • Fark edilmeyen pozitifleri yakalamak: Günlük yaşamda gözden kaçan olumlu bir olay ya da olgunun farkına varmak.

Tüm bu uygulamalardan da anlaşılacağı üzere, iyi oluş hali yalnızca sorunların olmadığı bir durum değildir. Pozitif psikoterapi, olumsuzluklara rağmen bireyin güçlü yanlarını öne çıkarmayı, minnettarlığı artırmayı ve toplumsal bağlamda başkalarını mutlu etmenin kişiye de iyi geldiğini fark ettirmeyi amaçlayan bir terapi yöntemidir.

Sonuç

Pozitif psikoterapi, kişiye bu farkındalığı kazandırmayı hedefler. Bireyin hayatındaki olumlu yönleri çoğaltmaya ve güçlü yanlarını geliştirmeye yönelik çalışmalar yapar.

Uzun süre depresyonla mücadele eden bir arkadaşımın sözleri bu yaklaşımı oldukça iyi özetlemektedir:
“Belki parçalandım, dağıldım; fakat tamamen başka bir ben olmasam da, kendimdeki farklılıkları fark ettim. Zaten bir kere dağılan, toparlandığında eskisi gibi olamaz. Öyle sanıyorum ki, eskisi gibi olmamak için dağılmışım ve tekrar başka bir halde toparlanmışım.”

Kübra Karasu
Kübra Karasu
Kübra Karasu, 1995 yılında Kahramanmaraş’ta doğdu. 2020 yılında Psikoloji lisans eğitimini tamamladı. Halen özel bir kurumda psikolog olarak görev yapmakta; çocuklar ve yetişkinlerle çalışmaktadır. Çeşitli psikoterapi ve gelişim alanlarında eğitimler almış, sahada birebir çalışma deneyimiyle bu bilgileri pratiğe dökme fırsatı yakalamıştır. Psikoloji, edebiyat ve güncel meseleler üzerine yazmayı seven Karasu, yazılarını yaşamın içinden ve insanın derinliğinden besler. Felsefeye olan ilgisi, düşünmenin çeşitliliğine ve bu çeşitliliğin hayata kattığı anlamlara dair duyduğu merakla birleşir. “Meraklıyım, espriliyim, hayatı sorgulamadan geçiremeyenlerdenim” diyen Karasu; bazen bir çocuğun çizdiği evde, bazen bir danışanın cümlesinde, bazen de Antik Yunan’da gezinirken bulur kendini. Psikoloji, edebiyat ve hayatın içinde gezinen yazılarını kaleme alırken şu mottoyu hatırlatır: “İnsan dediğin, bazen sadece düşünmek için durmalı.”

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar