İnsan, dünyaya geldiği andan itibaren çevresiyle kurduğu etkileşimler doğrultusunda gelişen bir varlıktır (Yavuzer, 2013, s. 15). Çocuğun duygusal, sosyal ve ruhsal gelişimi; bakım verenlerle kurduğu ilişki ve bu ilişkinin güvenli oluşuyla yakından bağlantılıdır. Ancak ihmal, istismar veya güvensiz bağlanma gibi olumsuz yaşantılar bu gelişim sürecini kesintiye uğratabilmektedir. Bu tür travmatik deneyimler, bireyin hem kendisiyle hem de toplumla kurduğu ilişkileri zayıflatarak ilerleyen yaşlarda suç davranışına yönelme riskini artırabilmektedir (Beşer et al., 2019, s. 221).
Bir çok araştırma bize şunu söylüyor: çocukluk döneminde yaşanan travmaların bireyin kişilik yapılanmasını, sosyal uyum kapasitesini ve duygu düzenleme becerilerini önemli ölçüde zayıflattığını göstermektedir. İhmal ya da istismara maruz kalan çocuklar zaman içinde güvensizlik, değersizlik ve yoğun öfke duygularını içselleştirebilir. Bu duygular sağlıklı biçimde ifade edilmediğinde ya da bastırıldığında saldırgan davranışlar, ani öfke tepkileri ve topluma yönelik düşmanca tutumların ortaya çıkmasına neden olabilir (Dereboy & Dereboy, 2017). Ve işte bu noktada, çocukluk travmaları sadece geçmişte yaşanmış bir olay değil; gelecekte ortaya çıkabilecek suç davranışlarının tohumları haline geliyor.
Bağlanma Kuramı Çerçevesinde Travmanın Etkisi
Bowlby’nin Bağlanma Kuramı (2014), çocukluk travmalarının suç davranışına giden süreçte nasıl belirleyici olduğunu açıklamada bizlere önemli bir kuramsal zemin sunar. Kurama göre, erken dönemde bakım verenle kurulan ilişki, bireyin yaşam boyu sürdürdüğü temel güven duygusunun kaynağını oluşturur. Yani bu kuram özetle “hayatın ilk yıllarında nasıl tutulduysan, hayata da öyle tutunursun.” der. Güvenli bağlanma geliştiremeyen çocukların ilerleyen yıllarda empati kurma, duygu düzenleme ve sosyal ilişkilere uyum sağlama becerilerinde çeşitli güçlükler yaşadığı belirtilmektedir.
Örneğin, çocukluk döneminde sürekli reddedilen bireylerde yetişkinlikte yoğun “terk edilme” kaygısı ve buna bağlı öfkeli ya da saldırgan tepkiler gelişebilir. Aynı şekilde, ebeveynleri tarafından eleştirilen ya da ihmal edilen ergenlerin hissettikleri duygusal boşluğu grup aidiyeti veya çete kimliği ile doldurmaya yöneldikleri belirtilmektedir (Turan, 2020).
Bu nedenle suç davranışı yalnızca bir eylem değil, bireyin kabul görme ve fark edilme arayışının bir yansımasıdır aslında. Bu süreçte birey, bastırdığı duygularını dışa vurmak veya duygusal boşluğunu doldurmak amacıyla şiddet veya suç içerikli davranışlara yönelebilir (Özdemir & Çok, 2011).
Sosyal Öğrenme Kuramı Perspektifinden Şiddetin Aktarımı
Bandura’nın Sosyal Öğrenme Kuramı’na (2016) göre çocukların çevrelerinde gözlemledikleri davranışları model alarak öğrendiklerini tekrar eder. Ev içinde sürekli çatışma, hakaret veya fiziksel şiddete tanık olan çocuklar bu davranış biçimlerini zamanla “normal” olarak değerlendirmeye başlayabilir.
Örneğin, bir baba öfke anlarında eşine fiziksel şiddet uyguluyorsa, çocuk bu davranışı bir “güç göstergesi” olarak öğrenebilir ve ilerleyen yıllarda kendi ilişkilerinde benzer davranış kalıplarını yeniden üretebilir. Çünkü bunu gören çocuk için bu görüntüler yalnızca “o anda” kalmaz. Beynine kaydedilir, anlam kazanır ve normalleşir. Ve böylece şiddet, yalnızca bireysel bir tepki olmaktan çıkarak kuşaklar arası aktarılan bir davranış örüntüsüne dönüşmektedir.
Türkiye’de yapılan çeşitli araştırmalar bize suça yönelen bireylerin önemli bir bölümünün çocukluklarında fiziksel, duygusal veya cinsel istismara maruz kaldığını göstermektedir (Karataş, 2020). Çocukluk çağı travmaları yalnızca bireyin iç dünyasında iz bırakmakla kalmayıp; aynı zamanda şiddet ve suç davranışlarının nesiller boyunca aktarılmasına da zemin hazırlayabilir (Beşer et al., 2019).
Travmanın Duygusal ve Bağlanma Temelli Sonuçları
Travmatik deneyimlerin bir diğer önemli sonucu ise duygusal uyuşmadır. Erken çocuklukta maruz kalınan şiddet, çocuğun duygusal tepkilerini bastırmasına yol açarken zamanla başkalarının acılarına karşı duyarsızlaşmaya neden olabilir (Karaman, 2008). Bu tür duygusal körelme, saldırganlık ve antisosyal davranışlara zemin hazırlayarak bireyi suç davranışına eğilimli hâle getiren psikolojik bir risk faktörü olarak değerlendirilmektedir (Sardoğan & Kaygusuz, 2006).
Bu bağlamda ihmal, istismar ve bağlanma problemlerinin birbirinden bağımsız değil; aksine birbirini tetikleyen ve güçlendiren süreçler olduğu görebiliriz. İhmal edilen bir çocuk çoğu zaman duygusal istismara da maruz kalmış sayılabilir. Benzer biçimde, istismar yaşayan çocukların güvenli bağlanma geliştirme olasılığı önemli ölçüde azalmaktadır. Bu olumsuz deneyimler bireyin benlik algısını, sosyal ilişkilerini ve toplumsal tutumlarını derinden etkileyerek şekillendirir (Yiğit & Erden, 2015).
Bir çocuk, sevgi ve güven bulması gereken yerde yaralandığında… Büyüdüğünde o yarayı kim iyileştirebilir? Belki de suç davranışı dediğimiz şey, tam olarak bu noktada doğar.
Bir çocuk, bir zamanlar sesini duyuramamışsa, yetişkin olduğunda başkalarının onu duymasını ister bazen sessiz kalamayarak, bazen sınırları aşarak. Toplumun görmediği, duymadığı, fark etmediği o çocuk… Yıllar sonra karşımıza “suça sürüklenen birey” olarak çıkar. Oysa hikâye çok daha önce başlamıştır sessizliğin en derin yerinde.
Sonuç
Çocukluk travmaları yalnızca geçmişte yaşanmış olaylar değil, bireyin yaşam boyu davranışlarını, duygusal tepkilerini ve sosyal ilişkilerini biçimlendiren güçlü etkilerdir (Pomakoğlu, 2023). Her suç davranışı doğrudan travmadan kaynaklanmasa da hemen her travmanın ardında çoğu zaman ifade edilememiş bir yardım arayışı bulunmaktadır (Özbay Güven & Yıldız). Bu nedenle suç davranışını anlamak için yalnızca gözlenen davranışsal sonuçlara değil, bu davranışların temelinde yatan travmatik köklere de odaklanılması gerekmektedir.
Toplumsal şiddet döngüsünü kırmanın temel yolu ise çocukluk dönemindeki ihmal ve istismar vakalarının önlenmesi, güvenli bağlanmanın desteklenmesi ve travma sonrası psikososyal destek mekanizmalarının güçlendirilmesidir (Üstündağ, 2020). Çünkü her çocuk güvenli bağlanma, sevgi ve korunma hakkına sahiptir ve bu hakların ihlali yalnızca bireyi değil, toplumun geleceğini de olumsuz etkilemektedir.
Kaynakça
Bandura, A. (2016). Social learning theory. Pearson.
Beşer, A., Kısa, S., & Özkan, A. (2019). Çocukluk çağı travmalarının suç davranışı ile ilişkisi. Journal of Psychiatric Nursing, 10(3), 215–223.
Bowlby, J. (2014). Attachment and loss: Volume 1. Attachment. Basic Books.
Dereboy, F., & Dereboy, Ç. (2017). Çocukluk çağı travmaları ve psikiyatrik sonuçları. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 18(2), 150–158.
Karaman, D. (2008). Çocukluk dönemi travmaları ve duygusal gelişim. Klinik Psikiyatri Dergisi, 11(3), 172–180.
Karataş, S. (2020). Suça sürüklenen çocuklar ve çocukluk travmaları: Türkiye örneği. Toplum ve Sosyal Hizmet, 31(2), 489–504.
Özdemir, Y., & Çok, F. (2011). Ergenlikte bağlanma sorunları ve riskli davranışlar. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 4(36), 54–67.
Özbay Güven, G., & Yıldız, M. (2018). Travma sonrası belirtiler ve genç suçlular. Adli Bilimler Dergisi, 7(1), 12–22.
Pomakoğlu, S. (2023). Çocukluk çağı travmalarının gelişimsel etkileri. İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları.
Sardoğan, M. E., & Kaygusuz, C. (2006). Duygusal duyarsızlaşma ve antisosyal davranış ilişkisi. Türk Psikiyatri Dergisi, 17(4), 289–297.
Turan, N. (2020). Bağlanma stilleri ve ergenlerde riskli davranışlar. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi, 27(1), 45–56.
Üstündağ, A. (2020). Çocuk istismarının toplumsal etkileri ve önleme politikaları. Toplum ve Sosyal Politika Dergisi, 4(2), 210–230.
Yavuzer, H. (2013). Çocuk psikolojisi. Remzi Kitabevi.
Yiğit, İ., & Erden, G. (2015). Çocukluk çağı istismarının benlik algısına etkileri. Klinik Psikoloji Dergisi, 5(1), 66–78.


