Bağlanma, bebeğin anneyle kurduğu ilişki ve iletişim sonucunda oluşturmuş olduğu bağ ve bu bağın çocuğun daha sonraki yaşam dönemleri ve yaşantılarında etkileşimde bulunduğu kişilerle olan ilişkilerini etkileyen bir süreç olarak tanımlanmıştır (Bowlby, 1973). Bağlanma dünyaya gelmeden anne karnında oluşmaya başlar. Ve bağlanmayla beraber gelişen bir diğer faktör ise etkileşim ve iletişimdir. Anne karnından itibaren anne ile bebek arasındaki iletişim devam eder.
Bowlby (1973) bağlanma tepkilerinin daha çok stres durumlarında ortaya çıktığını, yaşam olaylarına karşı güvenli bir sığınak, fizyolojik ihtiyaçlarını karşılama ve yaşama dönük güvenlik duygusunun gelişimi gibi üç temel işlevi olduğunu belirtmiştir. Bowlby’nin ortaya koyduğu bağlanma modeline göre bireyler yaşam dönemleri boyunca diğer kişilerle kuracakları ilişkilerle ilgili zihinsel temsillerini içeren bilişsel haritalar oluştururlar (Bowlby, 1973).
Bilişsel haritalar, bağlanmanın olduğu bireyle oluşan temsillerin, yetişkinlikteki ilişkilerde birer şema meydana getirmesini sağlar (Tolan, 2002). Bu model bireyin yaşamış olduğu yaşantıların gerçek bir temsili olarak görülmekte ve bireyin sonraki yaşantılarında ve ilişkilerinde bu temsillerin etkisiyle hareket ettiği vurgulanmaktadır.
Bağlanmanın yaşam boyu devam eden etkisi, bireyin hem kendine hem de başkalarına dair geliştirdiği içsel temsillerde görülür. Güvenli bağlanma ve güvenli olmayan bağlanma stilleri vardır. Bireyler güvenli bağlanamadığında ilişkiler genelde denge kurmak yerine ‘idare etme’, ‘karşılık verme’, ‘boyun eğme-aşırı fedakarlık’, ‘yardım isteyememe’, ‘şüpheci-güvensiz bakış açısıyla karşılamak’ olarak kendini gösterir. Güvensiz bağlanmaların her türünde bu tutumların anlamı değişse de sonucu değişmez; ‘BORÇLU HİSSETMEK’.
Bağlanma Stillerine Göre Duygusal Borçluluk
Kaygılı Bağlanma Stilinde Duygusal Borçluluk
Kaygılı bağlanma stiline sahip bireyler için sevgi, genellikle kaybedilmemesi gereken bir şeydir. Bu kişiler, ilişkide kalabilmek, sevilmek, onaylanmak için fazla verici, özverili ve uyumlu davranabilir; sevgi gördüklerinde bile karşılık verme zorunluluğu hissederler. Bu durum, onların duygusal borçluluk hissini yoğun biçimde yaşamalarına neden olur.
“Benim için bu kadar şey yaptı, ben de yapmalıyım” düşüncesi, içsel bir denge arayışından çok, reddedilme korkusunun dışavurumudur.
Kaçıngan Bağlanma Stilinde Duygusal Borçluluk
Kaçıngan bağlanma stiline sahip bireylerde de duygusal olarak borçlu hissetmek vardır ancak anlamı kaygılı bağlanan bireylerden farklıdır. Bu kişiler için sevgi ve yakınlık kavramı “mesafeyi korumalıyım” şeklinde oluşur.
Bilinçaltında bağlanmak isterler, yakınlık ihtiyacı duyarlar ancak kendilerini korumayı, teslim olmamayı mesafeyle öğrenmişlerdir. Çünkü her bağ kurmak istediklerinde karşılaştıkları davranım örüntüleri sonucu hayal kırıklığına karşı bağlanmamayı öğrenmişlerdir.
Duygusal borçluluk, onlarda çoğu zaman “minnet duygusundan rahatsız olma” şeklinde deneyimlenir. Çünkü aldıklarını şüpheyle karşılarlar ve karşılığını vermeleri gereken bir yüke dönüşür. Böylece yakınlığı reddederek kendilerini koruduklarını düşünürler.
Güvenli Bağlanma Stilinde Duygusal Denge
Güvenli bağlanma stiline sahip bireyler ise ilişkilerde sevgi ve desteği doğal bir alışveriş olarak algılar. Onlar için almak ve vermek arasında bir hiyerarşi değil, denge vardır. Bu nedenle duygusal borçluluk hissi, güvenli bağlanma tarzında çok daha az görülür.
Sevgi, bir karşılık beklentisiyle değil, paylaşımın doğal bir sonucu olarak yaşanır.
Karşısındaki kişilerin ona verilenin karşılığını vermek için kendilerini mecbur hissetmemeleri veya feda olmamaları beklenir. Alma–verme dengesi korunur. Mecburiyet değil, karakterin getirdiği bilinçli minnet ve vefa duyguları vardır.
Örneğin, kolayca yakınlık kurabilen güvenli bağlanma stiline sahip bireylerin (Bartholomew ve Horowitz, 1991), aldıkları bir yardım karşısında negatif duygular hissetmeyi ifade eden borçluluk hissini yaşamamaları beklenebilir.
Kendilerini değersiz gören ve sevilmeye layık hissetmeyen kaygılı bağlanan bireylerin ise aldıkları yardıma da kendilerini layık hissetmemeleri ve bu durumu rahatsızlıkla karşılamaları öngörülebilir.
Şüpheci tavırlar içindeki kaçıngan bağlananların (Hazan ve Shaver, 1987; Shaver vd., 1988; Collins ve Read, 1990; Cooper vd., 1998) benzer biçimde alacakları yardımı şüpheyle karşılamaları ve sonuç olarak duygusal borçluluk hissetmeleri mümkündür.
Duygusal Borçluluğun İlişkilerdeki Sonuçları
Duygusal borçluluk, uzun vadede ilişkilerde sağlıksız bir denge yaratabilir. Sürekli verme eğilimi bireyin kendi sınırlarını silikleştirirken zamanla tükenmişlik ve değersizlik duygularını da besler.
Sürekli verici rolde olmanın sonu yoktur. Çünkü verdikçe görülmek ihtiyacı kendini ortaya çıkarır ve taşıdığınız sorumluluklarla beklenen sorumluluklar arasında ciddi uçurumlar oluşmaya başlar.
Fedakarlık zamanla yerini “feda olmaya” bırakır. Bu kişiler çoğu zaman sevgiyi hak etmek için çabalar; ancak çabaları görülmediğinde derin bir yetersizlik hissi yaşarlar.
İlişkilerdeki görünmez “borç defteri” büyüdükçe, sevgi yerini mecburiyete, bağlılık yerini yük hissine bırakabilir.
Sonuç
Kişilerarası ilişkinin her türünde ve her konumunda alma–verme dengesinin eşit oranda olması gerekir. Yaşam akışında bu denge her zaman stabil gitmez. Ancak bu dengeyi düzenleyebilmek bireyin kendi elindedir.
Birey, duygusal dünyasında kendisinden başka hiç kimsenin duygusunu kendi benliğini kaybedecek kadar taşımasına gerek olmadığını bilmelidir. Kendisine yapılan iyilik veya olumlu davranımların sorumluluğunu almak zorunda değildir.
İnsanın aldığı her şeyin karşılığını vermek gibi bir yükümlülüğü yoktur. Kişi duygusal borç değil, içsel dengeyle hareket ettiğinde hem kendine hem ilişkilerine gerçek bir özgürlük alanı yaratır.


