Bazı anlar vardır, hiçbir uyarıcı olmaksızın aklımıza bir kişi düşer. Ne bir fotoğraf görmüşüzdür, ne bir şarkı duymuşuzdur, ne de o kişinin kullandığı parfüm bir anda burnumuza gelmiştir. Yine de bir zamanlar hayatımızda yer etmiş biri, yıllar geçmesine rağmen, tüm gündemimizin ortasına yerleşebilir. Zaman zaman bu bir eski sevgilidir, bazen yıllardır görüşmediğimiz bir arkadaş ya da çocukken bizimle çok ilgilenmiş bir yetişkin… Bu tür özlemler şaşırtıcıdır çünkü ortada görünürde hiçbir sebep yoktur.
Özlem, bazı zamanlar bir isimden çok bir hissin yeniden canlanmasıdır. Belki de o kişiyi değil, onun yanında olduğumuza inandığımız hâli, içimizde büyüttüğümüz bir versiyonumuzu özleriz. Çünkü insanlar, hatıralarında kişilerden öte; hissettikleri, yaşadıkları ve dönüşümlerini saklar. Belki de o kış akşamını, ellerimize bir bardak çay uzatan birini ya da en kırılgan anda bize destek olan bir sesi özleriz. Özlediğimiz bazen bir insan değil, anlaşıldığımız bir andır sadece.
Bu yüzden özlem, bir duygusal pusula gibidir. Bize neyin eksik olduğunu, hangi duygunun karşılık beklediğini fısıldar. Yer yer kendimizi yalnız hissettiğimizde çıkar ortaya, bazen de rutinlerin içinde boğulurken. Mesela; içten içe bir canlanma isteği duyduğumuzda, eskiden hayatımıza heyecan katmış birini ansızın hatırlarız. Onu değil, onun temsil ettiği coşkuyu özleriz aslında. Çünkü bazen bir kişi, içimizde sönmüş bir ışığı yeniden yakar.
Çatışmalı, yorucu bir ilişkiyi bile özleyebilir insan. Bu bir çelişki gibi görünse de, aslında mantıklıdır. Belki de o ilişkide, kendimizi en çok ifade ettiğimiz, sınırlarımızı en çok zorladığımız yanımızı keşfettik ve o kişiyi değil, onun yanında cesur olan, başkaldıran hâlimizi özledik. Çünkü bazen özlem, bir savaşçının kalkanını yeniden eline alma isteğidir.
Aşırı ilgi gösteren, kıskanan, hep yanımızda olan birini özlediğimizde de benzer bir durum vardır. Belki o kişiyi değil; günlük hayatın koşuşturmacasında kaybettiğimiz “ben özelim” duygusunu ararız. Geçmişten bir cevapsız çağrı gibi düşer aklımıza; bizimle ilgilenilen, varlığımızın fark edildiği o zamanlar.
Bazen bir partner bize sosyal bağlantıyı, bazen yoğun bir duygu derinliğini, bazen huzurlu bir kabul görme hâlini hatırlatır. Neşeli biriyle yaşanan anlar; dostluğun, spontane birinin varlığı; canlılığın ve yaratıcılığın simgesidir. Sessiz ama anlayışlı bir partner ise, hayatın hengamesinde bulduğumuza şükrettiğimiz bir huzurun ta kendisidir.
Özlem, her zaman bir geri dönüş çağrısı değildir. Bazen gelecekte kurmak istediğimiz ilişkilere dair bir çizimdir. O duyguyu yeniden yaşamaya dair bir dilektir ama bu kez daha sağlıklı, daha bilinçli bir zeminde. Özlemek, bir yanıyla da kendini keşfetmenin yavaşça aralanan kapısıdır. Ve bazen, o kapıdan geçmek bize kendimizi hatırlatır.
Bu noktada kendimize şu soruyu sormak değerlidir: “Gerçekte kimi özlüyorum? Onu mu, yoksa onun yanında hissettiğim beni mi?” Belki de cevap, içimizdeki bazı eksikliklere, yok saymaya çalıştığımız duygusal ihtiyaçlarımıza işaret eder.
Peki, özlemle nasıl başa çıkarız? Öncelikle özlemi bastırmak yerine, onu fark etmek ve kabul etmek önemlidir. Özlem bize, hangi duygularımızın karşılanmadığını gösterir. Bu yüzden ilk adım, o duygunun ne olduğunu anlamaya çalışmaktır. Bu duygu; sevilmek, onaylanmak, anlaşılmak, ilgi görmek, değer verilmek, huzur bulmak ya da birinin gözünde özel hissetmek olabilir. Üstelik bazen aynı anda birden fazla duyguyu da özleyebiliriz.
Bu noktada özlemimizi dışa vurmak, kendimizi iyileştirme yolunda ilk adım olabilir. Yazmak, konuşmak ya da duygularımızı bir şekilde yaratıcı bir alana yönlendirmek; iç dünyamızda sıkışan enerjiyi serbest bırakır. Bazen ulaşılamayan kişi değil, ifade edilmemiş duygular yorucudur; onlara bir çıkış yolu açmak bile bizleri çok rahatlatır.
Bunun dışında özlediğimiz kişiyi temsil eden hisleri hayatımıza yeniden dahil etmeye çalışmak da işe yarayabilir. Mesela özlediğimiz şey bir dostluk ise, yeni insanlarla benzer bir bağ kurmayı deneyebiliriz. Ya da o kişiyle yaşadığımız huzuru, şimdi kendimize nasıl verebileceğimizi düşünebiliriz.
Zaman da özlemle baş etmenin bir yardımcısıdır. Duygunun ilk başta yoğun olması çok doğaldır ancak zamanla özlemin yumuşaması ve yerini kabule bırakması beklenir. Bazen özlemin yönünü değiştirmek gerekir. Geçmişe odaklanmak yerine, bu duygunun bize bugün ne söylediğine ve nasıl bir gelecek inşa etmek istediğimize odaklanmak, içsel dengeyi yeniden kurmamıza yardımcı olur.
Özlemle başa çıkmak, onu yok etmek değil; onu anlamak ve dönüştürmekle ilgilidir. Bu süreç, kişinin kendini keşfetmek adına derinleşmesine de kapı aralar. Belki de özlediğimiz, özlediğimizi sandığımız kişiden daha çok kendimizizdir.


