Pazartesi, Ekim 20, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Kaygı Çağında Yaşamak: Neden Hep Bir Şeyleri Kaçırıyormuşuz Gibi Hissediyoruz?

Sabah gözlerimizi açtığımız anda elimiz telefona gider. Ekranda yüzlerce bildirim, onlarca mesaj, sosyal medyada paylaşılmış sayısız içerik… Daha güne başlarken bile hayatın bizden çok daha hızlı aktığını hissederiz. Sanki herkes yetişiyor, herkes bir şeyler başarıyor, herkes hayatını dolu dolu yaşıyor; bizse hep bir adım geriden geliyoruz. Bu duygu aslında yeni değil ama modern çağda giderek daha yoğun yaşanıyor. Her çağın kendine özgü bir ruhu vardır. Bizim çağımızın ruhu ise çoğu zaman kaygı ile örülüdür. Günlük hayatın temposu, sürekli değişen gündem, hiç bitmeyen yapılacaklar listesi derken çoğumuzun zihni hep bir adım ileridedir. Henüz bulunduğumuz anı yaşayamadan, bir sonrakini planlamaya koşarız. Buna bir de dijital dünyanın hiç durmayan akışı eklenince, içimizde tanıdık bir his kabarır:
“Sanki hep bir şeyleri kaçırıyorum.”

Psikolojide bu durumun adı FOMO’dur (Fear of Missing Out). Yani bir şeyleri kaçırma korkusu. Günümüz dünyasında FOMO, yalnızca gençlerin değil, her yaş grubunun deneyimlediği bir kaygı biçimine dönüşmüştür. Peki neden böyle hissediyoruz? Neden sürekli başkalarının hayatıyla kıyaslama halindeyiz? Ve en önemlisi, bu kaygıdan nasıl çıkabiliriz?

Dijital Dünyanın Tetiklediği Kaygı

İnsanın doğasında ait olma ve dahil olma ihtiyacı vardır. Eskiden bu ihtiyaç aile, mahalle, arkadaş çevresi gibi sınırlı alanlarda karşılanırken, bugün sosyal medya sayesinde milyonlarca insana açılmış durumda. Artık sadece yan komşumuzun değil, dünyanın dört bir yanındaki insanların hayatlarını görebiliyoruz. Bu durumun psikolojik bir bedeli var: Kendi hayatımızı başkalarının vitrinleriyle kıyaslıyoruz.

Sosyal medya, hayatın yalnızca seçilmiş parçalarını gösterir. Tatiller, başarılar, güzel anılar, filtreden geçmiş kareler… Oysa gerçeğin büyük kısmı görünmez. Bunu bildiğimiz hâlde, zihnimiz gördüklerini bir bütün sanır. Sonuçta kendi gündelik rutinimizi başkalarının en parıltılı anlarıyla karşılaştırırız. Ve bu karşılaştırma, yetersizlik hissini ve “kaçırıyorum” kaygısını besler.

Kaygının Evrimsel Kökleri

Kaygının modern yaşamla bu kadar iç içe geçmesinin bir nedeni de onun aslında çok eski bir mekanizma olmasıdır. İnsan zihni, hayatta kalabilmek için sürekli uyanık ve tetikte kalmaya programlanmıştır. Atalarımız için çevredeki her küçük işaret (bir dalın hışırtısı, yabancı bir ayak izi, sürüden uzak kalmak) potansiyel bir tehlike anlamına gelebilirdi. İşte bu nedenle beyin, “tehlikeyi erken fark et” prensibiyle çalışır. Bugün bize fazla gelen kaygı, aslında o dönemlerde hayatta kalmanın sigortasıydı.

Bir diğer önemli unsur, insanın sosyal bir canlı olmasıdır. Tarih boyunca gruptan dışlanmak, yalnız kalmak çoğu zaman ölümle eşdeğerdi. Bu yüzden beynimiz “ben dahil miyim, dışarıda mı kaldım?” sorusuna karşı son derece duyarlıdır. Evrimsel açıdan kabul görmek, sürüyle birlikte kalmak demekti. Bu da yiyeceğe, korunmaya ve güvenliğe erişim anlamına geliyordu.

Modern dünyada bu mekanizma farklı bir biçimde çalışıyor. Artık hayatta kalmak için sürüye dahil olmamız gerekmiyor, ama beynimiz bunu hâlâ böyle algılıyor. Sosyal medyada bir daveti kaçırdığımızda, arkadaş grubunun paylaştığı bir fotoğrafta yer almadığımızda ya da başkalarının başarılarını gördüğümüzde içimizde beliren huzursuzluk, işte bu kadim alarm sisteminin günümüze uyarlanmış halidir.

Aslında FOMO, yani bir şeyleri kaçırma korkusu, evrimsel olarak dışlanma korkusunun çağdaş bir versiyonudur. O dönemlerde sürüden uzak kalmak hayati bir riskken, bugün “ben de orada olmalıydım” duygusunu üretir. Bu nedenle ne kadar rasyonel olursak olalım, zihnimiz başkalarının yaptıklarına karşı aşırı duyarlı kalmaya devam eder.

FOMO’nun Günlük Hayata Etkileri

Bir şeyleri kaçırma hissi yalnızca sosyal medya ekranlarında kalmaz. Gündelik hayatın pek çok alanına sızar. Bazen çok sıradan bir anın içinde bile kendini gösterir.

• İlişkilerde: Arkadaş grubunun toplandığı bir buluşmaya davet edilmediğimizi öğreniriz ve hemen “bensiz daha mı mutlular?”, “Acaba artık beni istemiyorlar mı?” diye düşünürüz. Romantik ilişkilerde ise partnerimizin başka bir etkinlikte keyif aldığını görmek, “Ben yeterince ilginç değilim” duygusunu tetikleyebilir. FOMO, ilişkilerde güveni zedeleyerek kıskançlık, huzursuzluk ve iletişim sorunlarını artırır.

• İş hayatında: Meslektaşlarımızın terfi ettiğini, yeni bir projede yer aldığını veya başarılarını sosyal medyada paylaştığını gördüğümüzde kendi hızımızı sorgulamaya başlarız. “Ben geride mi kaldım? Onlar yapabiliyor da ben neden yapamıyorum?” gibi sorular, performans kaygısını besler. Uzun vadede bu his, tükenmişlik sendromuna ve iş tatminsizliğine zemin hazırlayabilir.

• Kendilik algısında: Her gün başkalarının seyahatlerini, hobilerini, başarılarını gördüğümüzde kendi hayatımızı sıradan, yetersiz ya da sıkıcı hissetmeye başlayabiliriz. Bu durum öz değer algısını zedeler. Zihnimiz, “benim hayatım daha az dolu, demek ki ben de daha az değerliyim” gibi yanlış eşleştirmeler yapabilir.

• Karar verme süreçlerinde: FOMO, bizi sürekli seçim yapmakta zorlayan bir psikolojiye iter. Bir etkinliğe katıldığımızda başka bir yerde olmayı düşünür, bir seçim yaptığımızda “acaba diğerini mi seçmeliydim?” diye pişmanlık yaşarız. Bu durum, “asla tatmin olamama” haline dönüşebilir.

• Gündelik yaşamda: Tatilde dinlenmek yerine sürekli fotoğraf çekip paylaşma ihtiyacı hissetmek, bir konseri izlemek yerine telefon ekranından kayda almak, yemek masasında sohbet etmek yerine “hikaye” paylaşmaya çalışmak… Bunların hepsi anın değerini kaçırmamıza neden olur. FOMO paradoksal biçimde, hayatı kaçırmamak için uğraşırken aslında tam da o hayatı kaçırmamıza sebep olur.

Araştırmalar, yüksek FOMO yaşayan bireylerde anksiyete bozuklukları, uyku problemleri, dikkat dağınıklığı ve depresif belirtilerin daha sık görüldüğünü ortaya koyuyor. Yani bu durum sadece anlık huzursuzluk değil, psikolojik iyi oluş üzerinde ciddi etkileri olan bir kaygı biçimidir.

Kaygı Döngüsünden Çıkış Mümkün mü?

İyi haber şu ki, bu kaygı döngüsünden çıkmak mümkün. Bunun için birkaç adım kritik öneme sahiptir:

• Gerçeği Hatırlamak: Sosyal medyada gördüklerimizin seçilmiş, düzenlenmiş anlar olduğunu kendimize sık sık hatırlatmak. Hiç kimsenin hayatı 7/24 mükemmel değildir.

• Kendi Odak Noktamızı Bulmak: Başkalarının hayatına değil, kendi değerlerimize odaklanmak. “Benim için önemli olan ne?”, “Ben neye zaman ayırmak istiyorum?” soruları bu noktada yol göstericidir.

• Mindfulness (Bilinçli Farkındalık): Kaygının en büyük düşmanı şimdiki anı yaşamaktır. Düşünceler geleceğe kaydığında, zihnimiz “kaçırıyorum” diye alarm verir. Oysa anda kalabilmek, bu döngüyü kırmanın en etkili yollarından biridir.

• Sınır Koymak: Dijital dünyaya sınırsız erişim, kaygıyı sürekli besler. Belirli saatlerde sosyal medya kullanımını sınırlamak, zihni dinlendirmek açısından çok etkilidir.

• Kendine Şefkat: Kaygıyı tamamen yok etmeye çalışmak yerine, onun evrimsel köklerini anlamak ve kendimize nazik davranmak gerekir. “Bu duyguyu yaşıyorum çünkü insanım” diyebilmek, kaygıyla mücadelede önemli bir adımdır.

Kaygı çağında yaşıyoruz. Bilgiye, habere, başkalarının hayatına her an erişebilmek, aslında bize özgürlük değil, çoğu zaman yük getiriyor. Sürekli bir yerlere yetişmek, hiçbir anı tam yaşayamamak, hep daha iyisinin var olduğu duygusu… Bunlar modern çağın görünmez kaygıları.

Oysa psikolojik olarak unutmamamız gereken bir gerçek var: Hayatı kaçırmıyoruz, çünkü hayat tam da şimdi, olduğumuz yerde akıyor. Kaçırdığımız şey, çoğu zaman başkalarının hayatı değil, kendi anımızın kıymeti oluyor.

Bir şeyleri kaçırma korkusu, aslında kendimizden uzaklaşma korkusudur. O nedenle çıkış yolu, daha çok “yetişmek” değil, kendimize dönmektir. Belki de en büyük kazanım, artık başkalarının ritmine değil, kendi ritmimize kulak verebildiğimizde gelir. Çünkü bazen en dolu an, hiçbir yere yetişmeye çalışmadığımız o sade andır.

Nurşah Şule Eda Kalkan
Nurşah Şule Eda Kalkan
Lisans eğitimini Atılım Üniversitesi’nde İngilizce eğitim diliyle ve onur öğrencisi olarak tamamlayan Psikolog Nurşah Şule Eda Kalkan, şu anda Ufuk Üniversitesi’nde psikoloji yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. Yetişkinlerle bireysel psikoterapi ve çiftlerle danışmanlık süreçlerinde çalışmaktadır. Yeme Bozuklukları Akademisi’nden psikodiyet psikoloğu olarak mezun olan Kalkan, Hürol Fışıloğlu’ndan Aile ve Evlilik Terapisi eğitimi almış; bunun yanı sıra ileri düzey Bilişsel Davranışçı Terapi, Kabul ve Kararlılık Terapisi, Hipnoz ve İmge Terapi gibi pek çok alanda profesyonel eğitimlerini tamamlamıştır. Akademik süreçleri boyunca çeşitli seminerler ve gönüllü saha deneyimleriyle mesleki gelişimini zenginleştirmiştir. Sosyal medya platformlarında psikoloji içerikleri paylaşarak daha geniş kitlelere ulaşmayı ve toplumsal farkındalığı artırmayı hedefleyen Kalkan, Psychology Times Türkiye’deki yazılarıyla da psikolojinin hem teorik hem pratik boyutlarını okuyucularla buluşturmayı amaçlamaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar