Sinemada ya da televizyon ekranının önünde büyülenmiş gözlerle izlediğimiz bazı sahneler vardır: Külkedisinin (Cinderella) kristal ayakkabısını ayağına geçirdiği o an, Güzel ve Çirkin’de (Beauty and the Beast) Bella’nın kitaplara duyduğu sevgiyle karanlık bir kalbi ışığa çevirdiği sahne, Karlar Ülkesi’nde (Frozen) buz kraliçesi Elsa’nın yalnızlığını özgürlüğe dönüştürdüğü büyülü an…
Bu sahneler yalnızca bir masal değil, kalbimize işleyen duygusal birer izdir. Disney filmleri, bizlere renkli bir hayal dünyasından çok daha fazlasını sunar; sevgiye, güvene ve bağlılığa dair ilk hikâyelerimizi şekillendiren modern masallardır. Bu masallar çoğu zaman kalbimize farkında olmadan kazınır; büyüdüğümüzde ise onların sessiz yankılarını kendi ilişkilerimizin içinde duyarız.
Bağlanma Kuramı ve Sevginin Psikolojik Kökeni
Bağlanma kuramı, John Bowlby’nin (1969) öncülüğünde, bir çocuğun bakım verenle kurduğu ilk ilişkilerin yaşam boyu sürecek sevgi ve güven kalıplarının temelini oluşturduğunu ileri sürmüştür.
Mary Ainsworth’un (1978) çalışmalarıyla tanımlanan güvenli, kaygılı ve kaçıngan bağlanma biçimleri, bireyin sevgi ve yakınlık deneyimlerini nasıl algıladığını ve yaşadığını anlamamıza ışık tutmaktadır.
Bu teorik çerçeveye göre, Disney filmlerinin yalnızca eğlencelik yapımlar olmadığını, aynı zamanda çocukların duygusal dünyasını şekillendiren birer “duygusal öğrenme aracı” olarak işlev gördüğünü düşünebiliriz.
Sevgi, Güven ve Masal Arasındaki Denge
Disney evreni, çocuklara dünyanın nasıl işlediğini ve ilişkilerin neye benzediğini anlatırken aynı zamanda sevginin farklı biçimlerini de sergiler. Bu filmler, romantik aşkı bir “kurtarıcı güç” olarak idealize ederken, dostluk, cesaret ve dayanışma gibi değerleri de yüceltir. Bu durumda Disney anlatıları hem duygusal riskleri hem de olumlu değerleri beraberinde taşır.
Masalların Gölgesinde Romantik İdealler
Eleştirel bir gözle baktığımızda, erken dönem Disney filmleri aşkı çoğunlukla “tamamlanma” üzerinden tanımlar. Karakterler, sevgiye ulaşmak için pasif bir kurtarılma sürecinden geçerler. Bu anlatılar, özellikle kız çocuklarında “sevilmek için kurtarılmayı bekleme” veya “ilişkiyi varoluşun merkezine yerleştirme” eğilimini besleyebilir. Bu durum, Bowlby’nin (1969) tanımladığı kaygılı bağlanma örüntüsüyle örtüşür: birey, kendi değerini partnerin ilgisine göre ölçer.
Küçük Deniz Kızı’nda (The Little Mermaid) Ariel’in hikâyesi buna güzel bir örnektir. Ariel, aşkı uğruna sesini feda eder; yani duygusal yakınlık uğruna kendi kimliğinden vazgeçer. Benzer biçimde, Karlar Ülkesi’nde (Frozen) Elsa’nın duygularını bastırarak kontrol etmesi, kaçıngan bağlanma stilinin bir temsili gibidir. Elsa yakınlık kurmaktan korkar çünkü duygusal yakınlık ona kontrol kaybı gibi görünür.
Modern Masallar ve Güvenli Bağlanmanın İzleri
Ancak Disney evreni tek boyutlu değildir. Filmlerin çoğu, güvenli bağlanmanın temelini oluşturan dostluk, güven ve koşulsuz sevgi temalarını da işler. Bu karakterler, sevginin yalnızca romantik bir bağ olmadığını; aynı zamanda destek, sadakat ve dayanışmayı da içerdiğini öğretir.
Gilligan’a (1982) göre, kadınların duygusal gelişimi “ilişkisellik” üzerinden tanımlanır; yani öz-değer, bağlantı kurma becerisiyle şekillenir. Bu durumda, Disney filmlerinin küçük izleyicilere yalnızca romantik aşkı değil, aynı zamanda ilişkisel dayanışmayı da öğrettiğini söyleyebiliriz. Anna’nın Elsa’yı kurtarmak için yaptığı fedakârlık, romantik olmayan bir “gerçek sevgi” örneği olarak düşünülebilir.
Masalların İki Yüzü: Gerçekçilik ve İdealleştirme
Disney filmlerinin etkisini tek yönlü olarak değerlendirmek yanıltıcı olabilir. Bir yanda “mutlu son” beklentisini pekiştirerek ilişkilerde gerçek dışı romantik ideallere zemin hazırlayabilirler.
Diğer yanda ise sevginin çok biçimli doğasını görünür kılarak duygusal gelişime katkı sağlayabilirler.
Özellikle son yıllarda üretilen Moana, Enkanto: Sihirli Dünya (Encanto) ve Karlar Ülkesi 2 (Frozen II) gibi filmler; bireysel kimlik, aile içi bağlar ve kendini kabul temalarını öne çıkararak modern bir güvenli bağlanma anlatısı sunmaktadır.
Gerçek Hayat Masallardan Farklıdır
Gerçek hayat ise masallardaki gibi basit değildir. Aşk, bir mucize ya da kurtarıcı değil; iki insanın kırılganlıklarını, korkularını ve ihtiyaçlarını karşılıklı olarak tanıdığı bir süreçtir. Bağlanma kuramı, sevginin “büyülü öpücüklerde” değil, duygusal tutarlılıkta ve güvenilirlikte filizlendiğini gösterir. O halde, yetişkinlikte sağlıklı ilişkiler kurabilmek için çocuklukta içselleştirdiğimiz bu masalları yeniden yorumlamalıyız.
Disney filmleri, eleştirel farkındalıkla izlenirse hem duygusal farkındalığı artırabilir hem de sevginin farklı yüzlerini anlamamıza yardımcı olabilir. Gerçek sevgi, birinin bizi kurtarması değil; birlikte büyümeye alan açmasıdır.
Kaynakça
-
Ainsworth, M. D. S. (1978). Bağlanma örüntüleri: Yabancı durum üzerine psikolojik bir çalışma. Hillsdale, NJ: Erlbaum.
-
Bowlby, J. (1969). Bağlanma ve kayıp: Cilt 1. Bağlanma. New York: Basic Books.
-
Gilligan, C. (1982). Farklı bir ses: Kadınların gelişimi ve psikolojik teori. Cambridge, MA: Harvard University Press.


