Varoluşsal psikoloji, insanın yaşam yolculuğunu iki temel perspektifte ele alır: Anlama doğmak ve anlamı doğurmak. İlkinde insan, doğuştan getirdiği bir sezgi, yönelim veya ideal doğrultusunda yaşar. Bu anlam, içimizde hep var olmuş olabilir. İkincisindeyse kişi henüz anlamını keşfetmemiştir ama o anlamı yaratma, bulma ve inşa etme yolculuğuna çıkmıştır.
Bu yolculuk genellikle sancılıdır; sorgulamalarla, kayıplarla, yüzleşmelerle doludur. İnsan, yıllar geçip giderken, tanıdığı insanlar, yaşadığı ilişkiler, başardıkları ve yitirdikleriyle hayatta aradığı anlamı bulmaya ya da yaratmaya çalışır. Anlamı doğurmak, bazen karanlık bir yolda ilerlemeyi gerektirir. Ama bu süreci kendi varoluşunun anlamını bularak tamamlayan kişi, belki de ilk kez gerçekten yaşamdan keyif almayı öğrenir.
Elbette bu keyif; zorluklardan, kayıplardan, hayal kırıklıklarından azade bir hayat değildir. Belki de tam tersine, bu duyguları da kucaklayabilmeyi öğrenmektir asıl mesele. Çünkü anlamı bulmak, insanın kendiyle barışması demektir. Varoluşsal psikoloji bakış açısı, tam da bu yüzden, insanın kendine giden yolda kendini kucaklamasını, sorumluluğunu üstlenmesini ve tüm zorluklara rağmen içsel bütünlüğünü kurmasını hedefler.
İçsel Yolculuk ve Öz-Şefkat
Bu yolculuk kolay değildir. Kazanılan içgörü, geliştirilen öz-şefkat zamanla inşa edilir. Çünkü şuna inanırım: Öğrenmek, çoğu zaman zorlayıcı bir deneyimdir. İnsan değerleri yitirdikçe fark eder, hayatın kıymetini yoruldukça anlar. Hayatta tüm zıtlıklar bir arada gelir. Üzüntü olduğu için mutluluk anlamlıdır; kötülük olduğu için iyilik değer kazanır.
Varoluşsal psikoloji der ki: Acıya odaklanırsanız acı çekmeye devam edersiniz; öğrendiklerinize odaklanırsanız gelişmeye. İnsan, seçtiği şeye dönüşür ve gerçekliğini de buna göre kurar. Bu yüzden aradığımız anlamı çoğu zaman biz yaratırız. Kimi zaman bu anlam somuttur; kimi zaman ise tamamen soyuttur: bir değer, bir inanç, bir duruş…
Çocukluk Deneyimleri ve Sorumluluk
Hayatta bazen, istemesek de bazı şeyler başımıza gelir. Özellikle de küçük bir çocukken yaşanan sarsıcı deneyimlerin hiçbiri, kimse tarafından hak edilmemiştir. Bir çocuk, koşulsuzca sevilmeye, korunmaya ve değer görmeye ihtiyaç duyar. Ancak büyüdüğümüzde, o çocukluk deneyimlerinin davranışlarımız üzerindeki etkisini sürdürmesine izin veriyorsak, bu artık bizim sorumluluğumuzdadır. Ve bu davranışlarımızın sorumluluğunu almakla yükümlüyüz.
Bu noktada bazen okumak, bilgi edinmek, eğitim süreçlerinden geçmek ve belki de en çok bir terapi sürecine başlamak iyileştirici olabilir. Varoluşçular, bize şu soruları en sert halleriyle sorar:
Evet hak etmediğin şeyleri yaşamış olabilirsin, evet bunları hak etmemiş olabilirsin bunlara üzülmekte, hayal kırıklığına uğramakta ve belki hala affedememekte de haklı olabilirsin. Ancak bunların arkasına sığınarak daha ne kadar yaptıklarının ve seçimlerinin sorumluluklarını almayacaksın? Bu döngüyü ne zaman değiştirecek ve kendini bulmak için yola çıkıp kendini kucaklayacaksın. Geleceğindeki ve şu anki sana bu farkındalığı kazandırmayarak daha ne kadar haksızlık edeceksin?
Bu sorular, rahatsız edici olsa da varoluşsal psikoloji kapsamında anlam arayışında önemli birer eşiktir. İnsanın yaşamıyla ilgili hem bireysel hem toplumsal her şeyin yansıdığı büyük bir mahkemedir. İnsanın kendine doğru çıktığı yolda kendine yaklaşmasını sağlar.
Belki de artık çok sık duymaya başladığımız, ama psikolojinin özünden hiç kaybetmediği bir gerçekliğe ayna tutar: öz-şefkat. Bu yolculukta öz-şefkati eksik olan birey, o yolun kavşağında dönüp dolaşır, hangi çıkıştan ilerleyeceğini bir türlü bulamaz. O yüzden bu hayat yolculuğunda, yolda kendinize yaklaşmayı ve kendinizi kucaklamayı öğrenmeniz gerekir. Ve inanın, tüm sertliğine rağmen varoluşsal psikoloji bakış açısı, acı gerçekleriyle bir dost gibi her zaman yanınızdadır.


